Çocuğu bağımlı olan ailelerin yüzde 14’ünün durumun farkında olmadığını ve bunun çok yüksek bir oran olduğunu söyleyen Dr. Esra Gül Koçyiğit, gerek ihmalkarlık gerekse de ailenin çevresinden utanması nedeniyle ailelerin bu gerçekle yüzleşmek istemediklerine değinirken, ailelere çocuklarının bağımlı olduğunu fark edebilmeleri için önemli ipuçları verdi. Koçyiğit, “Çocuğun arkadaş çevresi değişti mi? Öz bakım faaliyetlerinde düşüş var mı? Fazla para harcamaya mı başladı? Vücudunda yaralar var mı? İştahında veya uykusunda artma veya azalma oldu mu? Bunlara mutlaka dikkat etmeliler. Ayrıca böyle durumlarda aile ile iletişim azalmakta çocuğun odasında geçirdiği süre artmakta. Bu bile bağımlılıkla ilgili bir gösterge olabilir. Ailelerin çocuklarıyla ilgilenmeleri şart” dedi.
Dr. Koçyiğit, bağımlılık yaşının oldukça düştüğünü, 13-25 yaş arası olduğunu vurguladı. Daha ortaokul yaşlarında tütün, alkol ve maddeye kadar giden bir tablo oluştuğunu belirtti. “Madde temininde yüzde 75 oranında akranlar rol oynuyor. Arkadaş grubuna dahil olabilme, kabul ve değer görme istediği bunu tetikliyor” diye konuştu.
“Aile içi iletişim çok önemli”
Dr. Koçyiğit, bağımlılık konusunda ihmalkâr aileler kadar aşırı koruyucu ailelerin de büyük risk faktörü olduğuna dikkat çekerek baskı altında yetişen çocukların kendilerini iyi ifade edemediklerini, “Hayır” demeyi öğrenemediğini anlattı. Koçyiğit, “Çocukların sosyal becerileri gelişmemişse, arkadaş çevresinden kabul görmek için diyemezler. Demokratik aile tutumunun, ilginin, şefkatin ve samimiyetin olduğu ailelerde özgüvenli bireyler yetişiyor. Hatta çocuklarının arkadaş çevrelerini bilen, tanıyan ailelerin çocuklarında madde bağımlılığı daha az görülüyor” dedi.
Ceza ve kamu hukuku açısından konuyu değerlendiren Doç. Dr. Hasan Sınar ise bağımlılıkla mücadele de disiplinler arası iş birliğinin önemine değindi ve Türk Ceza Kanunu’nda uyuşturucu madde bağımlılığının akıl hastalığı olarak ele alındığına söyledi. Hasan Sınar, güvenlik ve rehabilitasyon tedbirlerinin de bu çerçevede değerlendirildiğini ancak işin içinden çıkılamadığına işaret etti. Uyuşturucu ticaretinin devasa bir organizasyon olduğunu ve terör örgütlerinin de bundan payını aldığını belirten Sınar, legal yollarla herhangi bir sektörün, böyle ekonomik bir güce yaklaşmasının mümkün olmadığını ve bunun da mücadeleyi zorlaştırdığını kaydetti.
Uyuşturucu madde ticaretiyle etkili mücadele için caydırıcı cezaların önemine değinen Doç. Dr. Hasan Sınar, “Türk Ceza Kanunun 188. maddesine göre okul önünde duran uyuşturucu satan torbacıyı alıp, 20-30 yıllık ceza verebiliyorsunuz. Ancak iş, ceza vermekle bitmiyor. Bugün bizzat Sayın İçişleri Bakanı’nın açıklamasına göre uyuşturucu madde ticareti suçundan dolayı tutuklu veya hükümlü olan kişilerin sayısı yüz on bin kişiye ulaşmış durumda. Bu korkunç bir sayı ve cezaevindeki toplam tutuklu ve hükümlülerin dörtte birinden fazlasına tekabül ediyor. Diğer bir ifadeyle, biz cezaevlerindeki yoğunluk ve kapasite yetersizliği nedeniyle sürekli yeni cezaevleri yapmak zorunda kalan bir ülkeyiz, hatta bu da yermiyor ve belirli aralıklarla çıkartılan şartla salıverme ve denetimli serbestlik yasaları ile henüz infazını tamamlamadan hükümlüleri salıvermek durumun kalıyoruz. Bu durum ise ceza adaleti sisteminin caydırıcılığı yönünden çok olumsuz bir tablo oluşturuyor. Oysa, yalnızca uyuşturucu suçlarında, o kendisi de birer bağımlı olan torbacıları salt cezalandırmak yerine, öncelikle tedavi ve ıslah etmeyi başarabilsek, hem uyuşturucu madde ticaretiyle etkili bir mücadele geliştirmiş hem de ceza adaleti sistemini rahatlatmış olacağız.” diye konuştu.
“Okullardaki eğitim sadece not odaklı olmamalı”
Doç. Dr. Hasan Sınar, ailelerin yanı sıra okullarında bu süreçte önemli rolleri olduğuna ifade ederken eğitim programlarının sadece akademik ve not odaklı olmaması gerektiğini savundu ve akranlar arası olumlu iletişimi geliştirecek eğitim programlarının eksikliğine dikkat çekti.
Çocukların kaliteli zaman geçirmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Esra Gül Koçyiğit de bu noktada “Evren boşluğu kabul etmez. Çocuğun hayatında boşluk bırakılmamalı. Okulların öğrencilerine en az bir hobi kazandırması gerekmekte. Bunun için bazı okullarda atölyeler yapıldı ve bunların yaygınlaştırılmasını gerekli. Öğrenciler, sosyal sorumluluk projelerine katılsın ve hobi edinsinler. Başkalarına fayda sağlama ve işe yarama duygusu insana mutluluk verir. Mutlu ve duygusal olarak tatmin olan insan da haz duygusunu başka nesnelerde arama ihtiyacı hissetmez” diye konuştu.
Karışık bir sorun olan bağımlılığın bir kere oluştuktan sonra hiçbir zaman tamamen geçmediğine işaret eden ve temizlense bile tekrar başa dönme ihtimalinin kişiyi her zaman
tehdit ettiğini anlatan Koçyiğit, “Topluma faydalı olacak genç bir kesim maalesef heba oluyor. Onun için okullar önemli bir başlangıç noktası. Kişinin ne küçük ne yetişkin olduğu ara dönemler riskli. İlkokuldan itibaren, ergenlik öncesi dönemle farkındalık çalışmaları yapılmalı. Bunu yaparken eğitim dili önemli. Ergenlerle konuşulurken, sert ve yasaklayıcı bir dilden sakınılmalı. Uyuşturucu maddelerin hazza yönelik etkilerinden bahsedilmemeli. Özendirmemeye dikkat edilmeli” diyerek sözlerini sonlandırdı. (İHA)