Bakırhan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

"Dünya ve Ortadoğu'daki kaos ve gerilimler her geçen gün artarken, Türkiye'de halklar bu olumsuzluklardan etkilenmemek için demokratik bir mücadele veriyor. Ne var ki, iktidar ve emrindeki yargı, toplumu daha da huzursuz bir hale getirme peşinde gibi görünüyor.

Halkların iradesine karşı yeni bir siyasi darbe gerçekleştirildi. 31 Mart seçimlerinde Mersin Akdeniz'de Kürt, Türk, Arap, Alevi ve Sünni toplulukların oylarıyla seçilen Akdeniz Belediye eş başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan ile dört belediye meclis üyesi tutuklandı.

Daha da ileri gidilerek, dün sabah Akdeniz Belediyesi'ne kayyım atanmış ve böylece demokrasiye bir kez daha darbe vurulmuş oldu. Seçilen temsilcilerimiz göreve başladıklarında belediyenin makam odalarının kapılarını sökerek, belediyeyi halka açmış ve belediyeyi halkın evi haline getirmişlerdi.

Bu demokratik ve açık yönetim anlayışına karşı yapılan siyasi soykırım operasyonu ve kayyım ataması, yönetimde birlikte hareket etme iradesine yapılmış bir darbedir.

Akdeniz Belediyesi, açlıkla mücadele, dil ve kültürün yaşatılması, gençlerin üniversite eğitimi için kaynak sağlama gibi çalışmalar yapmıştı. Bu kayyım ataması, yoksullar, farklı inanç ve kültürlere mensup insanlar ve gençlerin geleceklerini kurma çabalarına yapılan bir darbedir.

Akdenizli bir yurttaşın sözleri bu durumu özetliyor: “Barış için el uzatıyorsunuz ama belediyelerimize kayyım atıyorsunuz. Bizim irademizle, emeğimizle kazandığımız belediyeleri gasp ediyorsunuz. Bu adaletsizlik ve haksızlık değil midir?” Gerçekten de, bu durum karşısında fazla söze gerek var mı?

Ayrıca İstanbul Beşiktaş Belediyesi'ne de yapılan operasyonu kınıyoruz. Gözaltına alınan Belediye Başkanı ve diğer görevlilerin bir an önce serbest bırakılmasını bekliyoruz!

Siyasi darbeler, yargı entrikaları ve artan şiddet ve gerilim olayları, Türkiye ekonomisini zor bir duruma sokmuş durumda. Ekonomik dengesizlikler, toplumsal barışı tehdit ediyor ve bu durum ekonomideki eşitsizliklerle daha da derinleşiyor.

2024 yılında enflasyon oranı yüzde 44,38 olarak açıklandı. Hükümet, vergi ve harçlara yüzde 44 oranında zam yaparken, asgari ücretlilere yalnızca yüzde 30, memurlara ve memur emeklilerine yüzde 11,54, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise yüzde 15,75 zam yaptı. Bu durum, maaş artışlarının hemen eridiği, dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloya yol açıyor. AKP hükümeti bu durumdan gurur duyuyor gibi görünse de, gerçekler farklı bir hikaye anlatıyor.

Ayrıca, hükümet yandaşlarına verilen ihaleler de dikkat çekiyor. Örneğin, Kuzey Marmara Otoyolu projesinde verilen dolar garantisi ve yılda dört kez yapılan enflasyon zammıyla garanti edilen araç geçiş sayısı 344 milyona çıkarıldı. Hazine'nin zarar görmemesi için Edirne'den Kars'a kadar Türkiye'deki tüm araçların 23 kez bu otoyoldan geçmesi gerekiyor. Bu, AKP hükümeti için normal karşılanabilirken, pek çok kişi için kabul edilebilir bir durum değil.

Buna ek olarak, hükümet tarafından "Kur Korumalı Mevduat" adı altında sunulan bir uygulama da büyük maliyetlere neden oldu. Bu uygulamanın ülkeye maliyeti yaklaşık 900 milyar TL'ye ulaştı. Ne yazık ki bu yüksek maliyetli önlem, döviz kurlarını düşürmekte başarılı olamadı. Peki, bu 900 milyar TL'lik zararı kim ödeyecek? Sorumluluk neden her zaman işçi, emekçi ve yoksul kesimlere yükleniyor? Ekonomistim diyenler, bu konuda gözleri parlayanlar neden bu zararı ödemiyor? Bu tür uygulamalara mantıklı bir açıklama getirmek gerçekten zor.

Diğer akıl almaz uygulamalar arasında, savaş için harcanan kaynaklar bulunuyor. Bir öğretmenin, Suriye'deki bir çete üyesinden daha az maaş aldığı bu ülkede hangi sorunlar çözülebilir ki? Ekmeğe yapılan zamlar karşısında "Sağlıklı Yaşama Geçiş" gibi manşetler atanlar, bu ülke ekonomisine nasıl bir fayda sağlayabilir? SGK, Ziraat ve Halk Bankası gibi kurumları görev zararı adı altında trilyonlarca lira zarara uğratarak iflasa sürükleyenler, ülke ekonomisini nasıl kurtarabilir? İşsizlik Fonu'nun yalnızca yüzde 13'ü işsizlere ayrılırken, geri kalanı sermayeye aktarıldığında, bu iktidarın ekonomide adaleti ve eşitliği sağlayabileceğine nasıl inanabiliriz?

Bu sorunlara karşı yaz boyunca "Ekmek ve Adalet Buluşmaları" düzenledik. Açlık, haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele eden insanlarla bir araya geldik. Şimdi büyük bir inançla bu çalışmalarımızı genişletiyoruz ve Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını başlatıyoruz. Açlığa mahkum edilen, hakları gasp edilen herkesle birlikte olacağız ve adalet, barış ve eşitlik arayan herkesle omuz omuza mücadele edeceğiz. Unutmayalım, ekmek olmadan barış, barış olmadan ekmek, adalet olmadan da toplumsal barış mümkün değildir.”

Kaynak: Haber Merkezi