Faruk BALIKÇI - ÖZEL HABER
Devlet-Polis-Mafya ilişkilerinin açığa çıktığı kaza sonrası ilk kez “derin devlet” kavramı çokça tartışılmaya başlandı. Meclis’te Araştırma Komisyonu kurulu, MİT rapor hazırladı ancak aradan geçen 27 yıla rağmen kirli ilişkilerin açığa çıkması “kadük” kaldı.
Susurluk’ta kamyon ile çarpışan mercedes marka otomobil içerisinde üzerinde ‘Mehmet Özbay’ adına sahte kimlik bulunan Abdullah Çatlı ve ‘Melahat Özbay’ sahte kimlikli Gonca Us ile Emniyet amiri Hüseyin Kocadağ hayatını kaybetmiş, dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştu.
Olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin birçok suçtan Uluslararası Polis Teşkilatı (İnterpol) tarafından aranan Abdullah Çatlı olduğu anlaşıldı. Böylece bu olayı, basit bir trafik kazası olmaktan çıkaran bir süreç başladı. Siyah Mercedes’in bagajından ise küçük bir cephanelik çıktı. Bu silah ve mermilerden bazıları İsrail’den alınmış, Özel Harekat Daire Başkanlığı envanterine aitti ama “kayıptı.” Bu kazanın yaşanmasıyla birlikte aynı araç içerisinde bulunan kişilerin, “Devlet-Polis-Mafya” üçgeninde yasa dışı ilişkileri gündeme geldi.
KAZADAN SONRA KAMUYOYU BASKISI ARTTI
Susurluk kazası ve ardından ortaya çıkan ilişkiler ağı, gazete ve televizyonların manşetlerini, hem siyasetin hem de kamuoyunun gündemini de uzun süre meşgul etti.
O dönem, devlet içerisinde yasadışı faaliyetlerde bulunan bir yapının olduğu iddialarının araştırılması ve suçluların cezalandırılması talebiyle "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi" başlatıldı. Her akşam saat 21.00’de ışıklar bir dakika boyunca açılıp kapatıldı. Yürüyüşler düzenlendi ve bir dizi eylemler yapıldı.
Kamuoyu baskısının artmasıyla birlikte Susurluk kazası ile ilgili 3 ayrı rapor düzenlendi. İlk raporu MİT hazırladı. Daha sonra Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Müsteşar Kutlu Savaş’a yeni bir Susurluk raporu hazırlattı. Ayrıca TBMM Susurluk Komisyonu tarafından görevlendirilen Mehmet Elkatmış başkanlığında CHP’den Fikri Sağlar’ın da aralarında yer aldığı üçüncü bir Susurluk rapor hazırlandı.
Gerek kaza öncesinde hazırlanan ancak sonrasında kamuoyuyla paylaşılan gerekse de kaza sonrası yapılan araştırmaların sonuçlarında, devletin içerisinde uzun yıllardır bir "çetenin var olduğu" ve özellikle 1990'larda PKK ile mücadele için oluşturulan özel birimlerin zamanla faili meçhul cinayetler, mafya hesaplaşmaları ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi bir dizi suça bulaşan bir yapıya dönüştüğü yönünde bulgular elde edildi.
İSRAİL’İN HİBE ETTİĞİ SİLAHLARIN KAYIP OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Ayrıca, inceleme derinleştirildikçe İsrail tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü'ne hibe edilen Uzi ve Beretta marka yaklaşık 30 silahın çok büyük bir bölümünün kayıp olduğu anlaşıldı. Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü, resmi yazışmalarda bu silahların envanterinde yer almadığını bildirdi. Yapılan balistik incelemeler, kayıp silahların markasıyla örtüşen silahların 1990'lı yıllardaki bazı suikastlarda kullanıldığını gösterdi. Kayıp silahlar konusu, 2010'ların başındaki Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında da gündeme geldi. O dönem bu silahlar için bazı yerlerde kazı çalışmaları yapıldı ancak silahlar bulunamadı.
RAPORDA NELER VARDI?
-Devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığını, bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında da bazı istenmeyen faaliyetlere yönelebildiğini,
-Güvenlik kuvvetlerinin resmi güçler dışında bazı unsurları da devlet görevi adı altında kullandıklarını,
-Devletin bazı belgelerinin (Pasaport vs.) gayri kanuni unsurlara verilebildiğini,
-Devletin aynı kuruluşu içinde, farklı anlayışta olanların birbirleri ile devletin olanaklarını kullanarak mücadele edebildiklerini,
-İstihbaratta ve örtülü operasyonlarda çok başlılığın bulunduğunu, merkezi kontrolün yeterli olmadığını,
-Kontrolsüz güçlerin, bazı siyasi güçlerce veya kişilerce desteklendiğini,
-Devlet adına yapıldığı öne sürülen işlerde dahi büyük miktarlarda maddi çıkarların söz konusu olduğunu (A. Çatlı'nın şirketleri ve mal varlığı gibi) gösterecek nitelikte emarelerin çıkmasına neden olmuştur."
-Raporda Susurluk kazasıyla başlayan tartışmaları "sona erdirecek veya en azından sınırlandıracak hukuki ve idari kovuşturmaların süratle sonuçlandırılmasında" fayda olduğu belirtildi.
‘DEVLET SIRRI’ ZIRHI!
Yapılan araştırmalar ve raporlarda bu karmaşık ve karanlık ilişkilerin merkezine dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ı oturtmaya başladı. Ağar, kazadan kısa bir süre sonra görevinden istifa etti. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcılığı, Ağar ve Bucak hakkında dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle fezleke hazırladı. Ağar, 1998 yılında DGM'de sanık sıfatıyla ifade verdi. Üç saat süren ifadesinde birçok soruyu "devlet sırrı" olduğu gerekçesiyle yanıtlamadı ve davaya konu birçok olayın yaşandığı tarihte bakan olduğu gerekçesiyle ancak Yüce Divan'da yargılanabileceğini savundu. DGM, önce "görevsizlik" kararı verdi. Ancak bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Bunun üzerine DGM bu kez "yargılanmanın durdurulmasına" hükmetti. TBMM Soruşturma Komisyonu da Ağar'ın Yüce Divan'a sevkine gerek olmadığına karar verdi. Böylece bu aşamada Ağar hakkında Susurluk bağlantılı yargı süreçleri de sona ermiş oldu.
2011 yılında Ankara Özel Yetkili 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında "suç örgütü yöneticisi" olduğu iddiasıyla açılan davada Ağar'ı beş yıl hapis cezasına çarptırılmasına hükmetti. Ağar, Aydın'da bulunan cezaevinde 1 yıl 4 gün yattıktan sonra denetimli serbestlikle tahliye edildi.