HABER - Fuat BULUT
Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’in imzasını taşıyan başvuru, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapıldı. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nden Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne iletilmesi istenen suç duyurusunda, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana açıkça savaş suçu işlediği vurgulandı.
Suç duyurusunda, İsrail Devleti Başbakanı Binyamin Netanyahu ve diğer soruşturma aşamasında tespiti yapılacak şüpheliler hakkında “Soykırım, İnsanlığa Karşı Suç, Savaş suçları, İnsan Öldürme, Yaralama, İşkence” suçundan yargılanması istendi.
Suç duyurusu metninin açıklama kısmında şunlar yer aldı:
“İsrail Devleti ve ordusunun, Filistin’e yönelik devam eden saldırıları sırasında, soykırım ve insanlığa karşı suçları işlediği, sivil halkın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına ve zorunlu göçe maruz bırakıldığı, işkence, insanlık dışı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği, temel haklara erişimin engellendiği, kamuoyuna yansıyan haber içeriklerinden görülmektedir.
UCM Statüsünün 7. maddesine göre; adam öldürme, yok etme, köleleştirme, halkı göçe ya da nakle zorlama, uluslararası kamu hukukunun temel hükümlerine aykırı olarak hapsetme veya bedensel hürriyeti ağır bir şekilde ortadan kaldırma, işkence, zulmetme, cinsel özgürlük aleyhine fiillerde bulunma, vatansız bırakma, kişileri ortadan kaldırma ve diğer fiziki ve ruhi sağlığa zarar verici filler birer “insanlığa karşı işlenen suç” olarak kabul edilmiştir.
Bir fiilin insanlığa karşı işlenen bir suç olup olmadığı konusunda üç ayrı unsurun birlikte oluşması gerektiği ifade edilmektedir.
Bunlardan birincisi, fiilin ‘sivil bir nüfusa yöneltilmek’ zorunda olmasıdır. Diğer bir ifadeyle suçun mağduru ‘sivil nüfus’tur. Fiilin sivil bir topluluğa işlenmiş olması şartı, doğal olarak beraberinde iki iç şart daha getirmiştir. Bunlardan birincisi ‘çok geniş bir sivil topluluğun’ hedef alınmış olması; ikincisi ise bu fiilin ‘silahlı çatışma dışında kalan kişilere’ yöneltilmiş olmasıdır. Burada “sivil nüfus” tan kast edilenin asker sayılan kişilerden olmamayı ve çatışma dışı kalmış kişileri ifade ettiği açıktır.
Fiilin, insanlığa karşı işlenen bir suç olarak nitelendirilebilmesi için gerçekleşmesi gereken ikinci unsur ise ‘sistematik veya yaygın’ bir saldırı çerçevesinde gerçekleşmiş olmasıdır. Burada fiilin sistematik veya yaygın bir şekilde işlenmiş olması suçun sabit olması için yeterlidir.
Nihayet, insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinin üçüncü kurucu unsuru da bu fillerin ‘bir devlet ya da organizasyonun izlediği bir politikaya’ uygun bir şekilde gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Bu anlamda insanlığa karşı suçların devlet görevlileri ya da devlet adına hareket eden kişilerin açık veya örtülü desteği ve teşvikiyle işlenebilecek bir suç olduğu da ortadadır. İsrail, Filistin’de tam anlamıyla ve açık bir biçimde ‘sivil halkı’ hedef almış ve uluslararası insancıl hukukun silahlı bir çatışmada sivillerin en geniş ölçüde korunması ve bu korumaya yönelik önlemlerin alınması gerektiği ilkesini hiç dikkate almamıştır.
Gıda ve su gibi temel insani ihtiyaçların Filistin’e girişine İsrail yönetimince izin verilmemektedir. İnsanlık dramının yaşandığı, sivillerin ölüme terk edildiği ve temel insani ihtiyaçlara erişilemeyen Filistin’de hedef gözetmeksizin sivilleri katleden, sivillerin yaşadığı ya da sığındığı binaları füzelerle yerle bir eden İsrail ordusu, 17 Ekim 2023 tarihinde daha da ileri giderek El-Ehli Hastanesini hedef almıştır. Evi yıkılan sivillerin de sığındığı bir yer olan El-Ehli Hastanesine yönelik bu saldırıda 500’den fazla sivil katledilmiş ve çok sayıda sivil de saldırıda yaralanmıştır. Gözünü kırpmadan sivillerin sığındığı hastaneye dahi saldırı düzenleyen İsrail, insanlığa karşı suç ve soykırım suçunu en ağır biçimde işlemiştir. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac HERZOG, ‘Gazze Şeridi'nde siviller dâhil hiç kimse masum değil’ şeklindeki sözleriyle, İsrail’in sivil halka yönelik soykırım niyetini itiraf etmiştir.
Birleşmiş Milletler üyesi olan İsrail’in, Filistin topraklarına ve sivil halkına saldırılarda bulunurken, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2. maddesi 4. fıkrasındaki ‘Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler ’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar’ hükmüne de aykırı hareket ederek uluslararası hukuku yok saydığı açıkça görülmektedir.”