Ahmet Sümbül-özel
DİYARBAKIR - İlk insanların yerleştiği 9 bin yıl öncesinden bu güne kadar hep dinamik bir kent olan Diyarbakır, tarihi boyunca birçok inancı içinde barındırmış ve medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Diyarbakır'da hakimiyet kuran her inanç ve medeniyet kendi mitini yaratmış ve bazı mitolojik inanç ve anlatılar unutulsa da, dilden dile günümüze kadar ulaşan bu inançların etkisini günümüzde de anlatılan masallarda ve Diyarbakır Surları üzerine işlenmiş figürlerde görmek mümkün. Diyarbakır mitolojisinde yer alan birçok olay, kahraman ve anlatıda ise dini etkiler ön plana çıkıyor.
Diyarbakır, binlerce yıllık tarihi içinde savaşları, medeniyetlerin ulaştığı refahı, her dinden inancı ve mitleri de içinde barındırır.
Pek yazılmayan Diyarbakır mitolojisi bazı tarihçiler, ilahiyatçılar ve akademisyenler tarafından incelenmiş ve bunların bir kısmı yazıya dökülmüş. Bunlar arasında Prof. Dr. M. Akif Arslaner, Prof. Dr. Rudrick Samuel gibi araştırmacıların yanı sıra, akademisyen Hayreddin Kızıl'ın araştırmaları ön plana çıkmakta. Özellikle Kızıl'ın hazırladığı "Diyarbakır ve Çevresindeki Dini Anlayışta Mitolojik Unsurların Etkisi" adlı araştırmada, Diyarbakır mitolojisinde İslamiyet, Hıristiyanlık, Êzidilik ve Yahudiliğin etkilerini görmek mümkündür.
Mitolojik anlatılar dilden dile günümüze ulaştı
Her toplum günümüzde de anlatılan mitolojileri ile anılırlar. Bu mitolojiler bazen bir kent, bazen bir nehir, bazen bir dağ, bazen bir göl üzerinedir. Tanrıları, melekleri, savaşları ve kahramanlıkları anlatan masalların yanı sıra insan ve doğa ilişkisi üzerine anlatılan mitler de mevcuttur.
Bin yıllardan bu yana dilden dile aktarılan mitolojik kahramanlar ve olaylar, halen bile Diyarbakır'da yaşlılar tarafından hatırlanmaktadır.
Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili halk hikayesi olan mitos, efsaneleşen kahraman, kişi veya olaya ismini veren mitlerin genelini kapsar. Masal, öykü, efsane anlamına da gelen Mitos, söz ve bilim anlamına gelen logos kelimesi ile birleşerek mitolojiyi oluşturur. Mitoloji mitleri araştıran bir disiplinin yanı sıra, mitlerin toplamına da verilen isimdir aynı zamanda.
Mitoloji, toplumların aynasıdır
Mitolojide, başlangıçta inançlar ve tapınma biçimlerine bağlı kalınırken, sonraları, Tanrıların soy şeceresinden, varlıkların türeyişine kadar pek çok konuda mantıksal düşünce ve tasarımlar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu yönüyle mitoloji, sistematik felsefi düşüncenin henüz şekillenmediği dönemde, evrenin oluşumu, yıldızların evreleri ve hareketleri, tabiat olaylarının olacak olaylara yorulması gibi konularda insanları aydınlatıcı vazifeyi üstlenmiştir. Bu nedenle mitolojilere sadece bir masallar yığını gözüyle bakmak mümkün değildir. Çünkü mitolojiler, bütün özellikleriyle ait olduğu toplumun düşüncelerinin, inançlarının, korkularının, sevinçlerinin bir aynasıdır.
Mitolojide hayal ürünü ve gerçeklik
Mitoloji, insanın evreni anlama, anlamlandırma ve algılamaya yönelik çabasında her ne kadar hayal gücünün son sınırlarına kadar geniş bir perspektife dayalı olsa da, kaynakları ve ortaya koyduğu varlık düşüncesinin verileri tarih boyunca sistematik felsefi düşüncenin varlık felsefesine kaynaklık etmede önemli bir unsur olduğu ortaya çıkmıştır.
Her toplumun kendine özgü mitolojisi vardır ve bunlar temsil ettiği topluluğun aynası gibidir. Mitolojiler toplumdan topluma ya da dinden dine farklılık gösterdiği gibi ortak yanları da çok bulunmaktadır. Mitolojide anlatılanların çoğu hayal ürünü olsa da, bunların içinde gerçeklik payı olan birçok olayın olduğu da bir gerçektir.
Mitoloji ve inanç ilişkisi
Mitolojiler tamamen insan ürünüdür ve onlar her türlü insani ihtiyaçlar karşısında insan düş gücünün bir çözüm yolu olmuştur. İnançla alakalı olan mitolojiler, dinlerin yorumlanması veya insanın somutlaştırma ihtiyacından dolayı dinin soyut taraflarının daha anlaşılır hale getirme çabalarının neticesinde teşekkül etmiştir. Bundan dolayı çok eski zamanlardan beridir mitoloji, dinin insan boyutlu algılanışı ve açıklayıcısı olmuştur.
Gerek geçmişte ve gerekse günümüzde din ile mitoloji arasında sıkı bir ilişki sürekli var olagelmiştir. Tarihin herhangi bir döneminde, başlangıçta olmuş olan veya olduğuna inanılan kutsal öyküler olan mitos sadece düşünsel süreçlerden doğmamaktadır.
Toplumların kökenine Mitlerle ulaşmak mümkün
Mitler toplumların sosyo-kültürel yapısını yansıttığı için ulusların kültürleri, kökenleri ve yaşantıları ile ilgili bilgilere onların mitlerinden de ulaşmak mümkündür. Mitler aracılığıyla toplumların en gizli katmanlarına inilebilir. Onların inançlarına, dünyayı algılayışlarına, anlamlandırma şekillerine ve deneyimlerine ışık tutulabilir. Mitlerin toplumların dünya görüşlerini ve önemli inançlarını temsil ettikleri için onların kültürleri tarafından değer verilen ve korunan insani deneyimlerinin de simgeleri oldukları söylenebilir.
Mit'ler sosyal bir gerçekliktir
Mit, ilkel bir topluluk içinde var olduğu biçimiyle sadece anlatılacak bir öykü değil, aynı zamanda bir sosyal gerçekliktir. Modern romanlarda anlatılan türden basit bir kurgu değil, yaşanan bir gerçekliktir. Çünkü mitin altında yatan olayların uzak bir geçmişte ortaya çıktığına, dünyanın ve insanın yazgısı üzerinde etkisini sürdürdüğüne inanılmaktadır.
Derinden inanmış Hıristiyanlar için yaratılış, ilk günah ve İsa’nın çarmıhta kurban edilmesiyle günahların ödenmesi neyi ifade etmekteyse ilkel insan için de mit onu ifade etmektedir. Mit asla bilimsel ilgiyi doyurmaya yönelik bir açıklama değil, toplumsal ihtiyaçlara ve isteklere dayalı, dahası, pratik ihtiyaçlara yardım eden, dini ihtiyaçları ve ahlaki özlemleri derinden doyurmaya yönelik eski bir gerçekliğin yeniden anlatılmasını oluşturmaktadır.
Mitoloji kaynağında Diyarbakır
Birçok mitolojik olaya kaynaklık eden ya da ismi geçen efsanelere binlerce yıllık tarihiyle ev sahipliği yapmış olan Diyarbakır, Asur ve Yunan kaynaklarında Amid, Amidi, Amedi, Süryani kaynaklarında Omid, Amed, Amide, İslam kaynaklarında Amid olarak anılmakta.
Hz. Osman döneminde, Müslüman coğrafyacılar tarafından el-Cezire olarak adlandırılan Yukarı Mezopotamya, buralara yerleşen Arap kabilelerinin isimlerine göre “Diyar-ı Mudar, Diyar-ı Rabia, Diyar-ı Bekr” olmak üzere üç komutanlık haline getirilmiştir.
“Diyarbekir” ismi de Rebia Araplarının iki büyük kabilesinden biri olup Dicle Nehri kenarlarında yaşayan Bekir b. Vail kabilesinin yayıldığı topraklara verilen Diyar Bekr veya Diyar-ı Bekr adına dayanır. Bu bölge için ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyıldan itibaren kaynaklarda geçtiği tespit edilen “Diyar-ı Bekr” Osmanlı hâkimiyeti döneminde “Diyarbekir” şeklini alarak “Amid” şehri sancağı, merkez olmak üzere teşkil edilen beylerbeyliğin adı olmuş, XVII. yüzyıldan sonra ise şehir merkezi için kullanılmıştır.
Amed’den Diyarbakır’a
XVI. yy sonuna kadar bütün eserlerde ve kitaplarda yalnızca Amid şeklinde görülen şehrin adı, Osmanlılar döneminde, XVII. yüzyıldan itibaren, merkezi bulunduğu eyaletin adına, yani Diyarbekir’e dönüşmesine rağmen bu dönemde bazen “Âmid” bazen de “Diyarbekir” olarak kayıtlara geçmiştir. XX. yüzyılda başlarından itibaren “Diyarbekir” ismi şehre de verilerek Amid ismi terk edilmişse de tam olarak unutulmamıştır.
15 Kasım 1937 tarihinde Diyarbakır’a gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün “Diyarbakır” ismini kullanması üzerine ertesi gün şehrin adı Diyarbakır’a çevrilmiş, daha sonra 10 Aralık 1937 gün ve 7789 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu ad resmileşmiştir.
Diyarbakır'a ilk yerleşen halk Hurriler
Diyarbakır’ın ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekte. Sümer ve Akad uygarlıklarından kalma belgelerden, M.Ö. 3500 yıllarında Dicle-Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye Subartu, buralara yerleşmiş kabilelere de Subaru denildiği, anlaşılmaktadır.
Diyarbakır’a yerleşen ilk medeni halkın da Subarular’dan sayılan Hurriler olduğu kabul edilmektedir. Hurriler’in Diyarbakır kent merkezine egemen olmaları hakkındaki bilgilere, Hurri-Hitit ilişkilerini anlatan belgelerde rastlanmaktadır. Hurrilerin, Ari ırktan bir kavim oldukları ve doğudan muhtemelen İran yaylasından gelip yerleştikleri tahmin edilmektedir.
Hurri ve Mittani konfederasyonu
Uzun müddet Hurri adı altında yaşayan boylar M.Ö. II. binin ortalarında Hurri ve Mitanni adı altında iki konfederasyona ayrıldılar. İlk zamanlarda Hurri Krallığı daha büyük ve kuvvetli iken sonraları Mitanni Krallığı yavaş yavaş Hurri Krallığı aleyhine genişledi ve M.Ö. XVI. yüzyıl sonlarında Hurri Krallığını ortadan kaldırarak Hurrilere ait toprakları ele geçirdi. Böylece Diyarbakır bölgesinin kuzeybatı, batı ve güneybatı bölümü de Mitanni ülkesinin sınırları içinde kaldı.
Hurrilerin, Anadolu kültürü üzerindeki etkileri, Hitit dini ve mitolojisinde görülmektedir.
Hitit yazıtlarında Mittani baş tanrısı
Hurriler döneminde Mitraizm inancının da olduğu, bu dönemden kalan belgelerden anlaşılmaktadır. Anadolu’da Mitra ile ilgili yazılı belgeler ilk kez Boğazköy’de Hurri-Mitanniler’in Hititler ile yapmış olduğu anlaşmada karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle Hurri-Mitanni kültürünün etkisinde kalan bölgelere Hititler egemen olunca, Hurri-Mitanni tanrıları Hitit belgelerinde daha çok görülmeye başlamıştır. M.Ö. XV. yüzyıla tarihlenmiş bir Hitit yazıtında geçen Miidraashsriill adlı tanrının Mitanniler’in baş tanrısı Mithra/Mitra olduğu belirtilmiştir.
Zafer yazıtları Birkleyn Mağarası’nda kazılı
Hurri ve Mitannilerden sonra Asurlular M.Ö.1260-M.Ö.653 tarihleri arasında farklı dönemlerde Diyarbakır’a hâkim oldular. Asurluların zayıf düştükleri dönemlerde Diyarbakır, doğu ve güneydoğu bölgelerinde kurulan Kummuh, Nirbi ve Kirhi gibi yerel prenslikler tarafından yönetilmesine rağmen Asurlular güçlendiklerinde bu yerlerin yönetimini tekrar ele geçirmişlerdir.
Asurluların zayıf düştükleri ilk dönem M.Ö.1190–1116 yılları arasına rastlar. M.Ö. 1116 yılında Asurluların başına geçen I. Tiglatpileser, Asurlularla bağı olan ülkeleri yeniden istila etmiş aynı yıl bütün Diyarbakır bölgesi Asurluların eline geçmiştir. I. Tiglatpileser bu zaferlerini anlatan kabartma yazıtını Diyarbakır’ın Lice ilçesinde bulunan Bırkleyn Mağaraları’ndan birine yaptırmıştır.
Diyarbakır'da III. Asur Egemenliği
M.Ö. 900–825 yılları arasında Asurluların tekrar gerilemeye başlamasından sonra bir Arami kabilesinden gelen ve Diyarbakır’ı merkez yaparak kurulan ilk devlet, Bit-Zamanî krallığı kurulmuştur. Diyarbakır, bu dönemde krallığın merkezi olarak seçilmesinden dolayı çok gelişmiş, bayındır, zengin bir belde durumuna gelmiş, Hurriler’den kalma sur yeniden onarılmış, kent büyüyüp zenginleşmiştir. M.Ö. 825’te Asur hükümdarı III. Salmanassar’ın bu krallığa son vermesinden sonra Üçüncü Asur egemenliği başlamış ve M.Ö.775 yılına kadar, yani Diyarbakır ve çevresinin Urartular tarafından ele geçirilmesine kadar devam etmiştir.
Asur ve Urartuların Diyarbakır savaşı
Van Gölü ve çevresinde M.Ö. 859–612 yılları arasında bir krallık kuran Urartuların, 23 Diyarbakır’daki egemenliği M.Ö.775–736 yılları arasındadır. M.Ö. 775 yıllarında yapılan savaşlar sırasında Diyarbakır, Urartu kralı I. Argistis tarafından Asurluların elinden alınmıştır.
Üçüncü kez Diyarbakır’da egemenliklerine son verilmesine rağmen Asurlular, M.Ö. 736 yılında Diyarbakır’ı tekrar ele geçirmişler ve M.Ö. 653 yılına kadar buraya hakim olmuşlardır.
(Sürecek)