ÖZEL HABER - Fatma TEMEL
Kısa adı DİTAV olan Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Diyarbakır Şubesi’nce kültür sanat merkezi olarak işlevlendirilen yapı bir yıl içinde sanat sergileri, müzik dinletileri, yazar söyleşi ve imzaları ile gastronomi etkinlikleri başlıkları gibi 16 program gerçekleştirdi.
DİTAV Kültür Sanat Evi’nin yetmiş yıl evvel ipekli dokuma atölyesi olarak da işlev gördüğü günleri kentin hemşerisi Davut Ökütçü, gazetemiz Güneydoğu Ekspres’e şöyle anlattı:
DİTAV KÜLTÜR VE SANAT EVİ YA DA HANNA KALABALIK’IN EVİ
“Kış bitip mevsim bahara vuranda Diyarbakır en ünlü iki burcu Ulubeden’den Yedikardeş Burcu’na, oradan da Şeyh Muhammed düzlüğü eteklerine uzanan Ben u Sen Bahçeleri’nde dut ağaçlarının dalları ‘karahübür’ ile dolup taşmadan önce filizlenip taze yapraklarla yeşile donanırdı. Artık şehirde ‘çıxari/piknik’ zamanıdır.
Alipaşa’dan, Lalebeg’den Gavur Mahallesi’nden akın akın gelenlerin, göğe uzanan dev dut ağaçlarının gölgesinde yere serdikleri kilimlere bir gece önce evde yaptıkları türlü türlü lezzetler yayılırdı.
Darbuka cümbüş sesleriyle keyifli saatler başlardı. Cümbüşüyle ‘Kör Sefo’ öbek öbek dolaşır, kapanın elinde kalırdı.
Aynı hareketlilik Hevselin Cinali bahçelerinde de vücut bulurdu. Diyarbakır ev düğünlerinin vazgeçilmezi ‘Hedo ve Medo’ ikilisi de ara sıra bu bahçede boy gösterir toplananların şenlik konukları olurdu.
Yapraklar can bulup kıvama erdiğinde başka bir hareket başlardı. İpek yolunun kadim kenti Diyarbekir’de ‘ipek kozası’ zamanıdır artık. Gün ağarmaya yüz tuttuğu saatlerde dut dalları kesilir, ‘Çulcu Dikran’ın diktiği eğerler katırların iki yanına bağlanır Alipaşa’ya doğru yola çıkılır(dı).
Bir ya da bir kaç ipek dokuyan el tezgahına sahip evlerin kapılarına dayanırlar(dı). Yemyeşil dallar bağlarından çözülür koza yetiştirilecek odalardaki tereklere yayılırdı. Yeşil yapraklar tezgâh sahibinin üzerlerine yerleştirdiği ipekböceği tohumlarına yuva olur yeni bir hayatın başlamasına yatak olur(du). Tohumlar tırtıla dönüşür, yeşil yaprakları yiyerek büyürler (di).
Yapraklar tükenip kurumaya başladığında tırtıl da olgunluğa erişip kelebeğe dönüşmeden önce salgıladığı ipekle etrafına bir koza örer. Belli bir süre sonra kozadaki tırtıldan kelebeğe dönüşüm başlar. Dönüşüm tamamlandığında böcek kozayı keserek özgürlüğüne uçar. Kesilen kozalar hiçbir işe yaramaz.
İşte bu aşamada, kozalar kesilme aşamasına gelmeden toplanıp haşlamacılara gider (di).. Kaynar su kazanlarına daldırılan kozaların içindeki böcekler çığlıklar atıp can verirken kozayı oluşturan ipek ipliği yumuşar, sağılmaya hazır hale gelir. Kozaların arasına daldırılan çalı süpürgesine takılan iplikler demet halinde bir çıkrığın döner tamburuna atılıp çileler halinde sarılmaya başlar. Her kozadan çekilen iplikçik kesintisiz 1400-1500 metre uzunluğundadır. Artık çeşit çeşit renk renk boyanıp çözülüp ipek puşi dokuma aşaması gelmiştir.
İşte o İpek dokunan evlerden biri de Hanna Kalabalık eviydi. Hanna Kalabalık ve ağabeyi Yakup Kalabalık; desen desen ipek puşi dokuması yaptırıp Balıkçılarbaşındaki dükkanlarında satarlardı.
Meryem Ana Kilisesi’nin kapısından sola dönüp yüz adım attığınızda sokağın sonunda karşınıza çıkan iki cepheli duvar eski Süryani kızlar mektebi ya da uzun yıllar Hanna Kalabalık ve ailesine yuva olan evin duvarıdır.
Şimdilerde DİTAV Kültür ve Sanat Evi olarak hizmet eden bu ev, 1950lerin başlarında ben daha 5-6 yaşlarımda iken. İpek dokuyan el tezgahlarına masuracı çırağı olarak verildiğim, çıkrık başında mekiklere masura sardığım evdir. Loş bir bodrumda küçücük parmaklarım arasında tuttuğum ipeği diğer elimle çevirdiğim çıkrığın ucundaki masuraya sarıyordum. Parmaklarımın arasından hızla akan ipeğin kestiği etimin acısını, nasır tuttukça elim, daha az hissediyordum. Hayatımda emeğimin karşılığında ilk para kazandığım yerdi o ev.
Tezgahın başına oturur oturmaz ustam yanık sesli Ali abê hançeresinden dökülen şarkılara başlardı. Şarkının temposuna uygun hareketlerle ikiye ayrılan çözgü telleri arasında kamçıya asılır şarkıdaki gibi ‘bir o yani bir bu yani’ gönderdiği mekikten gelen tak taka tak tak sesleri onun da sesiyle harmanlanıp sokağa taşardı. Mekik bir yandan öbürüne gidip geldikçe sağılan ipliklerle rengarenk, desen desen puşi dokunup akıyordu.
Bir hafta boyunca dokunan puşiler tezgahtan kesilip katlanır, usta önde ben arkada, katlanmış puşiler kucağımda Balıkçılarbaşı’nda Hanna Kalabalık’ın dükkanına yürürdük. Puşiler tezgaha serilir ölçüsüne göre Ali Ustama hakkı ödenir, bana da haftalığım verilirdi.
Raflara yerleşen puşiler köyden şehre inen, ürünlerini paraya çeviren köylü kadınlarının başlarında rengarenk desen desen başbağı olup köy yolunu tutardı.
Hanna Kalabalık ve eşi, oğulları Tomay, Fikret ve kızı Süslü ile evin çardak bölümünde otururlardı, gelip giderken selamlaşırdık.
Yıllar sonra 1992 de Hanna kalabalık ustam ve çocukları ile tekrar ama dünyanın öbür ucunda Amerika’nın New York şehrinde yollarımız kesişti.
Görüşmemizden birkaç yıl sonra Hanna Kalabalık ve geçen yıl da eşi Ziyazan Sevim Kalabalık sonsuzluğa yürüdüler. Ruhları şad olsun.
Evlatları ve torunları New York şehrinde 47nci caddede kuyumculuk ile iştigal etmektedirler. Yolum oralara her düştüğünde arar ziyaret eder ve eski günleri yad edip hasbihal ederiz.”