NERMİN ZENGİN
Anzele’nin hikayesini belki de en ironik anlatan Evliya Çelebi’dir. Sonuçta Diyarbakır’ın 1950’lere kadar Sur içinde yaşadığı düşünülür ve Anzele’nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin Diyarbakır’la ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha net anlaşılır olur.
Evliya Çelebi’nin sözlerini günümüz Türkçesi’ne aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: “Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları eğilmiştir. Anlatacağımız bir garip hikayedir. Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat’ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir’e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı’daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır. İşte bu su böyle bir sudur. Ve bu suyun bir ayağı Ali Paşa Camisi’ne, oradan da Mardin Kapı’daki hamama gider.”
Evet, Evliya Çelebi ve bir dolu eski zaman kentlileri ve gezginleri, beş bin yıllık Diyarbakır sur içinin eski bir su kaynağı olan Anzele hakkında bunları söyler. Peki Anzele ve kent sakinleri neyi bekler. Sular savaşının yaşandığı bir yeni çağda tıpkı binlerce yıllık surlarında olduğu gibi suyuna da sahip çıkılmasını bekler.
ANEZELE EFSANESİ
Eskiden Diyarbakır’da, şimdiki Çift Kapı’nın yanında, Ayn-ı Zela adında büyük ve berrak bir su akarmış. Bu su değirmenleri çevirir, bostanları sular ve şehrin içme suyunu sağlarmış.
Bir gün bir ejderha ortaya çıkmış ve her sabah bu suyun hepsini içerek kurutmaya başlamış. Bütün gece biriken suyu ertesi sabah gelerek yine içiyormuş. Şehir susuz kalmış. Bunun üzerine Diyarbakır’ın ileri gelenleri birleşerek bu önemli soruna bir çözüm aramaya başlamışlar. Başka yerlere de haber gönderilip, bu ejderhanın nasıl yok edileceği hakkında akıl sorulmuş fakat hiçbir olumlu çözüm bulunamamış.
O sırada bir çingene obası gelip, surların dibine çadırlarını kurmuşlar ve olup bitenleri izlemeye başlamışlar. Bu çingenelerin çeribaşısı, şehrin ileri gelenlerinin ejderha karşısında çaresiz kaldığını görünce gidip, "izin verirseniz, ben bu ejderhayı ortadan kaldırırım" demiş. Onu kimse ciddiye almamış. O kadar akıllı ve cesur insanın yapamadığını senin gibi zavallı bir çingenemi yapacak, haydi oradan demişler.
Aradan uzunca bir zaman geçip, çaresiz kalınca, sonunda bu çeribaşına bir fırsat vermek zorunda kalmışlar. Bunun üzerine çeribaşı hemen işe koyulmuş. Önce bir koyun kesmiş, yüzmüş sonra da bunun içini kireçle doldurmuş, götürüp suyun başına koymuş. Ertesi sabah herkes toplanıp olacakları gözlemleye başlamışlar. Bir süre sonra suya gelen ejderha, önce bu koyunu büyük bir iştahıyla yemiş sonra da bütün suyu içerek, yatıp uyumuş. Akşama doğru, ejderhanın koyunla beraber yediği kireç, içinde patlayarak ejderhayı parçalamış.
Bu beladan kurtulan Diyarbakırlılar, bundan sonra çeribaşına çok saygı göstermişler ve onu önemli makamlara getirmişler.