Faruk Balıkçı - Özel

Güneydoğu Ekspres- Diyarbakır’ın Sur ve Hevsel bahçelerinin 2015’te “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alınmasından 8 yıl sonra “Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne dahil edilmesinin nedenlerini ve sonuçlarını, bir dönem Dünya Mirası Alan Yönetimi Başkanlığı yapan Arkeolog Nevin Soyukaya ile konuştuk. Bu haftaki söyleşimizin konuğu olan Soyukaya, “Aynı tespiti STK’lar, uzmanlar, Diyarbakırlılar yıllardır söylemekteyiz. Gelinen nokta; büyük emeklerle Dünya Miras Listesi’ne girmeye hak kazanan Diyarbakır’ın, Risk Altındaki Miras Listesi’ne girmesine neden oldu. Yapılması gereken; UNESCO’nun da tespit ettiği gibi korumakla yükümlü olan ve bunun için taahhütte bulunmuş olan devletin, tahrip edici projelerinden ivedilikle vaz geçmesidir” dedi.

Nevin Soyukaya’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

 

‘BİZ KATILIMCI VE ŞEFFAF BİR SÜREÇ YÜRÜTTÜK’

*Alan yönetim başkanlığını yaptığınız dönemde Hevsel ve Surlar Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alındı. O süreci anlatır mısınız?

Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı, Temmuz 2015’e Dünya Mirası olarak tescillendi. 2011’de Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Dünya Mirası Geçici Listede olan Surlara dikkat çekmek ve süreci başlatmak üzere dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaret etmiş ve Diyarbakır Kalesi’nin değerini ve fakat bakımsızlığını vurgulayan bir sunum yapmıştı. Ayrıca Surların dünya mirası asıl listeye alınması için çalışmaların başlatılması çağrısında bulunmuştu. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Gül, Diyarbakır Kalesi’nin koruma altına aldığını ilan etmiş ve çalışmaları başlatması için Kültür Bakanlığı’nı harekete geçirmişti. Alan yönetimi olarak da beni atamışlardı. Süreç sadece belediye içerisinde yürütülmedi. Özellikle UNESCO’nun önem verdiği ve talep ettiği, yönetmeliklerde de vurgulandığı gibi katılımcı ve şeffaf bir süreç yürütüldü. Bu bağlamda oldukça geniş katılımlı bir Danışma Kurulu oluşturuldu. Kurulda, Diyarbakır’ın tüm sivil toplum örgütleri, Suriçi muhtarları, bilim insanları, meslek odaları, kent aktörleri, ilçe belediyeleri ve ilgili kamu kurumu yöneticileri yer aldı. Beş yıl boyunca kentle birlikte inanılmaz yoğunlukta bir çalışma yürüttük. Beş yıllık çalışma sürecimizde bir yandan adaylık dosyasını ve alan yönetim planını hazırlarken, bir yandan da alanı tahrip edecek, hatta yok edecek bu projelerin ve uygulamaların kaldırılması için büyük mesai harcadık. 2015’te Dünya Miras listesine alınmamız kentte büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Çünkü sürece dahil olmuş ve emek vermişti bu kent.

 

‘TESCİLLİ YAPILAR BİRER BİRER YIKILDI’

*2015’ten sonra neler yaşandı da tehlike altındaki Dünya Mirası Listesi’ne alındık?

Listeye alındıktan iki ay sonra Ekim 2015’te de Suriçi’nde, hem de dokusu en çok korunmuş altı mahallede hendekler ve dört ay süren çatışmaların ardından yıkım başladı ki, yıkım, çatışmalar resmen bitmeden başlatılmıştı bile. Valilik 9 Mart 2016’da operasyonların tamamlandığını resmen ilan etti. Yıkım ve hafriyatın atımı Şubat ayında başlamıştı ve üniversite sahasına hafriyatın atıldığını Belediye Çevre Koruma Daire Başkanlığı bir tutanakla tespit etmişti. 

Suriçi Kentsel Sit Alanı’ydı ve devlet tarafından koruma altına alınmıştı 1988’de. 2015’te de Dünya Miras Alanı sınırlarına dahil edilmişti. Yani hem ulusal hem de uluslararası koruma altındaydı. Ancak bunu dikkate alan yoktu maalesef. Yıkım öyle bir boyuta ulaştı ki çatışmaların olduğu 6 mahalle ve hiç çatışma yaşanmamasına rağmen Alipaşa ve Lalebey mahalleleri de dahil edildi. 8 mahallenin neredeyse tamamı düz bir tarlaya dönüştürüldü. Operasyonlar 10 Mart 2016’da tamamlanmıştı. 21 Mart 2016’da kamulaştırma kararı alındı. Kamulaştırma kararıyla insanların mülkiyet hakları ellerinden alındı ve geri dönüşleri engellenmiş oldu. Hatırlayın, insanlar kendi şehirlerinde mülteci durumuna düştüler. Bir gecede evsiz, işsiz kaldılar. Bir daha dönememek üzere sosyal çevrelerinden, yaşam alanlarından uzaklaştırıldılar.

Yıkım sürecinde Alan Başkanlığı olarak defalarca yazılı ve sözlü olarak yıkımın durdurulmasını ve bir tespit komisyonunun kurulup alanda tespitlerin yapılmasının zorunluluk olduğunu belirttik. Talebimiz sonrasında Kültür Bakanlığı’nın yerel birimlerinin personelinden oluşan tespit komisyonu kuruldu. Ve Alan Başkanlığı’na da ihtiyaç olursa davet edileceği yazıldı ve tabi hiçbir şekilde alana sokulmadık. Ne biz ne de belediyeler. Ancak komisyon alanda tespit yaparken eş zamanlı olarak yıkım da tüm hızıyla devam ediyordu. Öyle ki komisyonun yerinde olduğunu tespit ettiği birçok tescilli yapının, yıkım ekiplerince yıkılmış olduğu da biliniyor. Zira tutanaklarla tespitlidir.

‘ALAN BAŞKANLIĞI SONLANDIRILDI’

*Yıkım sürerken sizle ne yaptınız?

Belediye ve Alan Başkanlığı olarak alana girişimize izin verilmediği için biz de uydu görüntüleri ile alandaki tahribatı tespit ettik. Çatışmalardan hemen sonra Mayıs 2016’da aldığımız uydu görüntüsünde, okulların karakola dönüştürüldüğünü, bu karakolların ana yollarla bağlandığı yolların genişletildiğini ve karakolların çevresinin yıkılıp açıldığını gördük. Uydu görüntüleriyle kadastral haritalar çakıştırılarak hangi parsellerdeki yapıların tamamen veya kısmen yıkıldığını tespit edebildik. Daha sonra Ağustos 2016’da aldığımız uydu görüntüsünde yıkımın yayıldığını %20’lik bir alanın düz bir alana dönüştürüldüğü tespit ettik. Tabi bu tespitlere dayanarak Alan Başkanlığı olarak izleme ve raporlama görevimizi yerine getirmek üzere raporlayıp UNESCO’ya gönderdik. Ağustos 2016’da çıkarılan bir torba yasayla Alan Başkanlıklarının atanmasını Kültür Bakanlığı’na devrettiler ve benim de Alan Başkanlığım sonlandırılmış oldu.

‘KORUMA ALTINDAKİ 87 YAPI YIKILDI’

*Korunması gereken kaç yapı yıkıldı

Alandaki tahribat sürecini, TMMOB ve STK’lar aynı şekilde belgelere dayanarak raporlamaya ve UNESCO ya göndermeye devam ettik. En son Temmuz 2017’de TMMOB’un almış olduğu uydu görüntüsünde Sur içinin % 46’sının yıkılıp tarlaya dönüştürülmüş olduğu, 36 adet tescilli, 51 adet çevresel değerde yapı olmak üzere toplam 87 adet korunması gerekli yapının tamamen yıkılmış olduğu tespit edilmişti. Yıkımın yanı sıra alt yapı çalışmaları bahane edilerek kentsel sit olan aynı zamanda arkeolojik katmanlara sahip Sur içinin bu mahallelerinde derinliği 2.5 – 3 metreye varan kazılar yapıldı ve arkeolojik katmanlarda yok edildi. Birçok nitelikli mimari öğenin hafriyatla birlikte atıldığını tespit ettik o dönemde. Başta da söylediğim gibi yıkımla birlikte yeni inşaatlar eşzamanlı yürütülüyordu. Önceden planlanmış bir süreç adım adım hayata geçiriliyor gibiydi. Tabi operasyonlar bittiğinde alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilmişti. Tüm iş ve işlemler Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluğunda yürütülüyordu. Tarihi ve tescilli bir şehirde Kültür Bakanlığı’nın varlığı sadece Koruma Kurulu’nun, Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı uygulamaları onaylamaktan ve meşrulaştırmaktan ibaretti.

*Risk altındaki miras listesine geçmemizi sağlayan ve dikkat çeken nedir sizce?

2016 Kasım ayında belediyelere kayyum atanmasının Sur sürecinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Zira yasal olarak belediyelerin sorumlulukları ve yetkileri vardı. Kayyum atayarak bu engel de ortadan kaldırılmış oldu. Bütün bu süreç ve sonrası; Dünya Miras Listesi’nden, Risk Altındaki Miras Listesine geçişimizi sağladı maalesef. Oysaki bu kentte siviller olarak sık sık tüm bu uygulamaların yanlış olduğunu, geri dönüşü imkansızlaştıran uygulamalar olduğunu sürekli vurguladık. Kentteki işgaller, kaçak yapılaşmalara dikkat çektik. Zira UNESCO da özellikle Dicle Vadisi ve Ongözlü Köprü çevresindeki işgallere dikkat çekiyor. Kent adeta kapanın elinde kalıyor, zira kurumsal bir sahipsizlik yaşıyor bu şehir. Bunları kayyum sisteminden azade değil ne ya Yani miras alanının bütünlüklü, çevresiyle birlikte korunması için tampon bölgelerini de korumak zorundasınız. Özellikle Suriçi Kentsel Sit alanı ve dünya miras ögelerinin varlık nedeni, surlar tarihi kenti korumak için yapılmış, Hevsel Bahçelerinde binlerce yıldır yapılan üretim kentin sebze, meyve ihtiyacını karşılamak içindir. Siz mirasın varlık nedenini, ona kimlik, özgünlük, otantiklik katan değeri ortadan kaldırıp, sadece surları restore ederek mirası koruyorum diyebilir misiniz? Zira UNESCO da buna vurgu yapıyor. Yani bütünlüklü korunmadığı için mirasın, yüksek evrensel değerinin zarar gördüğünü vurguluyor.

‘STK’LAR SÜRECE DAHİL EDİLMELİYDİ’

*Valilik tarafından surlarda restorasyon yapılıyor ne diyorsunuz?

Surlarda yapılan restorasyona ayrıca bakacak olursak; Suriçi’nde yapılan tüm uygulamalar gibi restorasyonda gizli kapaklı, kamuya, STK’lara kapalı bir şekilde yürütülüyor. Bu kentte yıllarca kültürel mirasın korunması için çaba sarf etmiş, arkeolog olarak çalışmış, müze müdürlüğü, Dünya Miras Alan Yönetim Başkanlığı yapmış biri olarak ben dahi restorasyonları yakından izleme, fotoğraf çekmek olanağına erişemedim. Dolayısıyla restorasyonların nasıl yürüdüğü konusunda bir fikrim yok. Aslında özellikle tahribat süreci ve sonrasında STK’larla birlikte ben de alandan uzak tutuldum, ilk kez 2020 yılında Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi’nin listesine dahil olarak Valilik izniyle alana girebildim ve gözlemlerde bulunma şansına eriştim. Bu kentte yapılan hiçbir uygulamada STK’lar, meslek odaları sürece dahil edilmiyor. Alan Yönetimi Danışma Kurulu yok lağvedilmiş durumda. Yürütme Kurulu var mı? Kimlerden oluşuyor merak ediyorum doğrusu. Alan Başkanı, Kültür Bakanlığı’nın Ankara’da görev yapan bir personeli. Diyarbakır’da bile yaşamıyor. Yani Alan Yönetim sistemi lağvedilmiş durumda ki bunu UNESCO da özellikle vurguluyor ve yeniden Alan Yönetim Sisteminin tesis edilmesini talep istiyor.

Kamuoyuna konuyla ilgili bir mesaj vermek ister misiniz?

UNESCO’nun Diyarbakır’ı Risk Altındaki Miras listesine alma kararında; Dünya Miras Merkezi ICOMOS ve ICCROM’un Analiz ve Sonuçları başlığı altında şu tespiti yapıyor ve kayıt altına alıyor; “ … varlığa yönelik 2022 Reaktif İzleme Misyonu,  varlığın, tampon bölgesinin ve çevresinin 2015 yılında Dünya Mirası Listesine kaydedilmesinden bu yana önemli bir değişim geçirdiğini rapor etmektedir. Bu değişikliklerin çoğu doğrudan Taraf Devlet tarafından uygulanan projelerden kaynaklanmaktadır.” Önemli bir tespitte bulunuyor ve bunu kayda geçiriyor. Aynı tespiti STK’lar, uzmanlar, Diyarbakır’lılar da yıllardır söylemekteyiz. Gelinen nokta; büyük emeklerle Dünya Miras Listesi’ne girmeye hak kazanan Diyarbakır’ın, Risk Altındaki Miras Listesi’ne girmesine neden oldu. Yapılması gereken; UNESCO’nun da tespit ettiği gibi korumakla yükümlü olan ve bunun için taahhütte bulunmuş olan devletin, tahrip edici projelerinden ivedilikle vazgeçmesidir. Tahribatı durdurması, alanın iyileştirilmesi için katılımcı ve şeffaf bir süreci başlatması gerekmektedir. Ancak bu katılımcılık partizanlıktan öte, tüm kenti kapsamalıdır. Kültürün taşıyıcısı olan Suriçi halkının geri dönüşlerinin sağlanması, hem kültürün sürekliliğini sağlamak, hem de sosyal yaraları iyileştirmek için bir zorunluluktur. Yine alanın ticari işlevinden vazgeçip bir yaşam alanı olduğu, bir kent olduğu hatırlanmalı ve yaşamı yeniden var edebilecek planlamalar yapılmalı. Ama her sürecine halkın katılımı, STK’ların katılımı mutlaka sağlanmalı ve tabi şeffaf bir süreç yürütülmeli. Ancak gerçek bir katılımcı ve şeffaf bir sürecin yürütülebilmesi için de kayyum uygulamalarına son verilmesi gerektiği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.