CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı Bütçesi görüşmeleri yapılırken, Dış işleri Bakanına yönelik konuştu, şunları söyledi; 'Ne zaman normalleşeceğiz, Kürt meselesini gerçekten bu çatışmadan, silahtan ve uluslararası aktörlerin müdahalesinden çıkarıp kendimiz burada kavga etmeden çözeceğiz birbirimize "terörist" demeden, birbirimizi dinleyerek ne zaman çözeceğiz” diye sordu.
Cumhuriyet Halk Partisi Dşiyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, TBMM’de plan ve Bütçe komisyonlarında bakanlara yönelik sorularını sormaya devam ediyor. Son olarak Dış işleri Bakanlığının bütçesi görüşülürken konuşan Tanrıkulu, Bakana Kürt meselesi ile ilgili çözümüm ne zaman olacağını, ne zaman normale dönülebileceğini sordu.
Tanrıkulu’nun konuşmasından ana başlıklar şöyle;
“Şimdi öğrendiğimiz şu öteden beri, sonuçta dış politika, iç politikanın devamıdır. İç politikadaki siyasal tercihler, yönelimler dış politikaya da yön verir. Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin yöneldiği eksen Türkiye'de demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı veya işte Türkiye'nin en temel meselesi olan Kürt meselesinin sadece güvenlikçi politikalarla çözümü değil, başka bir raya girdiği için de dış politikada da sonuçta Türkiye'nin tercihleri farklı bir yöne doğru yöneldi.
Neden bunları söylüyorum? Ben 1999'dan bu yana her sene Avrupa Birliği ilerleme raporlarına bakarım. Hatta ilk başlarda çok da heyecanlı bakardık yani Türkiye'de bürokrasi de çok heyecanlı bakardı.
Türkiye’nin meselesiydi, uluslar arası boyut kazandı
Ne ise, devreye girmişse, sizler daha iyi bilirsiniz, ama o eksenden çıktı ve Türkiye'nin Kürt meselesi bölgesel, uluslararası bir meseleye dönüştü aynı zamanda. Bu bir siyasal tercihti. Zaman zaman kesildi, süreçler başladı; Oslo süreci, çözüm süreci ama...
Şimdi, son yedi yılda geldiğimiz nokta, sonuçta bu mesele Türkiye'nin kendi meselesi olmaktan çıktı, Türkiye'nin kendi dinamikleriyle çözülme potansiyelinden çıktı başka bir potansiyele dönüştü; bu da Ak Parti'nin başarısı. Yani devraldığı 2002'de iktidara geldiği zaman bakın, Türkiye'de bir tek silahlı örgüt mensubu yoktu, bir tek çatışma yoktu, bir ölüm yoktu. Büyük beklenti vardı örgütün silah bırakacağı konusunda. Eğer bir siyasi kararlılık göstermiş olsaydı o zaman, bir siyasi kararlık gösterseydi belki bugün silahı ve çatışmayı, terörü değil, başka şeyi konuşacaktık. Böyle bir Türkiye devraldı 2002 yılında. Yakalanmış Öcalan, hapiste, kendisinin çağrısıyla bütün silahlı unsurlar Türkiye'nin kara sınırları dışına çıkmış ve bir barış beklentisi var. O zaman bizden istendi, Diyarbakır Barosundan da istendi, nasıl silah bırakıldığı konusunda bir yasa teklifi de yazdık, gönderdik ama o siyasi kararlılık olmadı, başka bir sürece evrildi.
Hükümetin bu tablosu sevindirici
Şimdi, şöyle bir şey oldu 28 Mayıs'tan sonra... Ben bu Hükümet tablosunu görünce şuna sevindim açıkçası: Yani başka bir devlet iktidarı var dedim yani bir devlet aklı herhalde bu işe hâkim olacak. Neden? Sonuçta eskiden beri bakarız; Milli Savunma Bakanı kim, İçişleri Bakanı kim, Dışişleri Bakanı kim ya da Sağlık Bakanı kim, Milli Eğitim Bakanı kim? Bu Bakanların tümüne baktığımız zaman tümü, sonuçta müktesebatı devlete ait olan insanlar yani siyasetle ilgili bir geçmişleri yok, bir siyasi partinin gençlik örgütünden gelmiyorlar, tüm eğitimlerini devletten almışlar. Dolayısıyla, belki başka bir Devlet aklı bu işe hakim olacak, sonuçta yeni bir dönem başlayacak ama maalesef, içerideki kutuplaşma, ağır dil, öfke dili, başka bir dil ve siyasi tercihler sonuçta 28 Mayıs'ta devreye girmesi gereken başka bir aklı da başka bir yere götürdü, dolayısıyla öyle olmaması lazım yani Türkiye'nin vizyonu bu değil. Yani, şimdi, Kopenhag Kriterleri diyoruz, "Ankara kriterleri uygulayacağız." diyor. Ankara kriterleri şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymamak mı ya da Anayasa Mahkemesi kararına uymamak mı? Bunu hiç kimseye anlatamayız, biz de anlatamayız, bizim de muhataplarımız var. Ya, anlatamıyoruz zaten yani sonuçta böyle bir Türkiye dış politikası vizyonu olamaz...
Beklenen şu: AB raporunu ben de okudum Sayın Bakan, yani bu, rahmetli bir politikacının dediği "Elimizi çöpe atarız, elimizin tersiyle iteriz." falan değil. Sonuçta elimizin tersiyle de itemeyiz, çöpe de atamayız. Dışişleri bürokratları buna cevap yazarken ya da şey yaparken en kısa yolu seçtiler şimdi. Neden? Tek tek cevap vermiyorlar, o siyasiliği devraldılar: "Elimizin tersiyle iteriz." Ama burada önemli eleştiriler var Türkiye'nin demokrasisi bakımından. Ne söylüyor Türkiye, siz ne söylüyorsunuz, Hükümet ne söylüyor? Ne zaman normalleşeceğiz, ne zaman Kürt meselesini gerçekten bu çatışmadan, silahtan ve uluslararası aktörlerin müdahalesinden çıkarıp kendimiz burada kavga etmeden çözeceğiz birbirimize "terörist" demeden, birbirimizi dinleyerek? Bunlar, sonuç itibarıyla... Devlet aklı eğer bugün bu Hükümette ise onların karar vermesi lazım çünkü sizin müktesebatınız siyasete ait değil, siyaseti okuyabilirsiniz ama siyasete ait değil.”