Zafer TÜZÜN/ÖZEL

FOTOLU

Suriye savaşından sonra yaşanan mülteci krizinde Türkiye büyük bir pay aldı ve 5 milyon mülteciye ev sahipliği yaptı. Ülkelerini terk eden Suriyeliler ve ondan sonra gelen Afganistan ve Pakistanlı göçmenler, Türkiye üzerinden Avrupa’ya  adım atmaya başladı. Ülkelerini terk eden bu insanların, yiyecek ve barınma açısından neye ihtiyaçları olacak? Uzun vadede, diğer ülkelerde nasıl hayatta kalacaklarının hesabının yerli yerinde yapılmadığı görüldü. Mülteci nüfusu gün geçtikçe arttı ve artmaya da devam ediyor.

Güneydoğu Ekspres gazetesi olarak “20 Haziran Dünya Mülteciler Günü” dolayısıyla;  yanı başımızda yaşayan mültecilerin, karşılaştıkları sorunlara kulak vermek ve çözümü tartışabilmek için Diyarbakır Barosu Mülteci Hakları Komisyonu Başkanı Ahmet Mullamuhammed ile göç ve mültecilik üzerine konuştuk.

Mullamuhammed, “Hiçbir insan yerini, yurdunu keyfi olarak değiştirmemektedir. Kimi cinsiyetinden, uyruğundan, ırkından, renginden dolayı, kimi dilinden ve dininden dolayı yurdunu değiştirmek zorunda kalıyor” dedi.

*Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Diyarbakır Barosu’na bağlı olarak Avukatlık mesleğimi icra ediyorum. Halep doğumluyum. Aslen Şırnaklıyım, Suriye savaşından dolayı ailece buraya göç ettik. Çeşitli nedenlerden dolayı dedelerim biri Lice’den biri Şırnak’tan Suriye’ye göç etmişler. Suriye’de savaş çekilmez bir hale geldikten sonra ailece Türkiye’ye göç etmişiz.

*Dünya Mülteciler Günü sizce neden önemli?

Dünya Mülteciler Günü aslında bir farkındalıktır. Bugün dünyamızda 8 milyardan fazla insan yaşamaktadır, ancak bu 8 milyar insanın arasında yaklaşık 300 milyon kişi mülteci statüsüyle bir yerden bir yere göç etmektedir. Savaşlar ve afetler ortaya çıkar ya da benzer durumlardan insanlar yurdunu, ata topraklarını yeryüzü parçasından başka bir yere göç etmek zorunda kalır. Bu nedenlerden yana siyasi, coğrafi, inanç ve ırk, cinsiyetten ve birçok nedenden dolayı ancak statü bir; iltica.

*Türkiye’ye gelen mülteciler ağırlıklı olarak hangi ülkelerden göç ediyor?

Türkiye’nin konumuna baktığımız zaman neredeyse Ortadoğu’nun ortasındadır. Doğu ve Batı dünyası ülkelerinin ortasında olduğu için, hem geçiş sırasında kaçınılmaz bir şekilde geçmeleri gereken bir ülkedir. Aynı zamanda Türkiye’yi tercih eden insanlar da var.

*Neden Türkiye?

Çünkü menşe ülkelerinden en yakın ülkedir. Suriye uzak olmayan bir ülkedir. Dolayısıyla örf, adet olarak çok yabancı bir ülke değil. Ve Suriye’de durum düzelmesi neticesinde kolay bir dönüşüm sağlanmasından ibarettir. Dolayısıyla kimi ne göre geçiş ülkesidir, kimi ne göre kalış ve pusulanın işaret ettiği ülkedir. Yani Bazı toplumların örf ve adetlerine göre Türkiye uygun bir ülkedir. Türkiye’nin barındırmış olduğu inanç ve örf adetlerden dolayı bazı toplumlar için makbul bir ülkedir ve yaşamak istediği bir ülkedir. Bunlardan dolayı bugün Türkiye bazen geçici olarak milletleri barındırmaktadır. Bazen de kalıcı olarak mültecileri barındırmaktadır.

*Türkiye’de ve özelde ise Diyarbakır’da mülteci nüfusu hayatı nasıl etkiledi?

Türkiye’nin nüfusu ciddi olarak yüksek bir nüfustur. Fakat bazı ülkelere göre çok yüksek olmayan bir nüfusa sahiptir. Yalnız Türkiye’de bu nüfusun artışıyla ilgili bir düzenleme olmadığı için Türkiye’de bugün insanların çok fazla oldukları söylenmiyor, mültecilerin Türkiye’de durumu ve konumunu incelediğimiz zaman bugün Türkiye’ye gelen mülteciler aslında hayatını buraya getiriyor. Dolayısıyla parasını, sermayesini, projelerini de Türkiye’ye getirmiş insanlardır. Bugün Türkiye’nin ekonomi durumuna baktığımız zaman mültecilerin sadece tüketici değil, mültecileri üretici olarak da ele almaktayız. Aynı zamanda biz Diyarbakır’da yaşıyoruz. Diyarbakır’da yaklaşık 25- 30 bin mülteci yaşamaktadır. Bu mülteciler sanayi sitelerinde, çiftçilikte, çobanlıkta, memur kesimi, öğretmenlik kısacası hayatın her alanında yaşamaktalar. Hatta bazıları fabrikaları olan insanlardan bahsediyoruz. Bugün mültecileri sürekli böyle sanki kötü etki yaratan bir kesim değil, olumlu bir etki de yaratan insanlarından bahsediyoruz. Dolayısıyla bugün mültecilerin Türkiye’de etkisi sadece negatif değil, pozitif olarak da ölçmek lazım. Biz bunu bu şekilde ölçtüğümüz zaman aslında bir denge ve eşit bir dengeden bahsediyoruz. Yani buraya gelmiş, işini de buraya getirmiş. Dolayısıyla bu ülkenin ihracatına, ithalatına da yararı vardır. Aynı zamanda nüfus olarak bugün Türkiye’de yaklaşık 5 milyon mülteciden söz ediliyor. Fakat 85 milyon insandan da vatandaş sıfatını taşıyan insanlardan bahsediyoruz. Durumu kıyaslamaya kalkarsak çok büyük bir fark söz konusudur. Yani 5 milyon ile 85 milyona tekabülü çok böyle yüksek bir rakamdan bahsetmiyoruz. Kaldı ki, mültecilerin yaşadıkları iller gelişmekte olan ve gelişmesi istenen, hükumet tarafından istenen illerdedir. Dolayısıyla bu durumu biraz pozitif olarak da değerlendirmemiz gerekmektedir ki benim kişisel kanaatim de budur.

*‘Suriyelileri göndereceğiz’ açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün sadece Türkiye’de değil, dünyada mültecilere karşı sürekli nefret suçu ve ayrımcılık ifadeleri dile getiren birtakım partiler, insanlar ve düşünceye sahip kesimler de bulunmaktadır. Yani bugün çok uzak değil. Avrupa’nın da bir takım ve birçok ülkesinde de mültecilere karşı nefret suçunu işleyen kesimler mevcuttur.

Tabi ki burada hükümete düşen yük nedir? Bu söylemleri azaltmak veya bu nefret suçuyla ilgili var olan suç duyurularını ciddiyete alması gerekmektedir. Çünkü bu söylemlerin toplumun hafızasına kazımak ve vatandaşlarıyla mültecileri karşı karşıya getiren söylemlerin hiçbir zaman faydası olmadığını, tam tersine çok kötü etkileri tarih boyunca meydana getirdiğinde hatırlatmamız gerekiyor. Tarihte Lübnan’da iki tane iç savaş gerçekleşmiş. 1980’lerde. Her iki iç savaş da Filistinli mültecilerin nedeniyle ortaya çıkmaktaydı. Bugün Lübnan ile Filistin komşu ülkelerdir. 1946 ve 1948’de Filistin’in göç durumlarından dolayı 1980’lerin başında Lübnan’da iki tane iç savaş meydana gelmiştir. Dolayısıyla biz bugün eğer bu geçmişten, bu tarihten bir ders almazsak ve maalesef bu çıkmazlara zorlayan söylemlere had bildirmezsek kötü sonuçlar elde edeceğiz ve burada kim olursa olsun ayrımcılık, nefret suçunu sözleriyle ve ifadeleriyle işleyen insanların hakkında gerekli yaptırımlar yapılmadan maalesef çok ağır, çok kötü sonuçlarla karşı karşıya gelebiliriz.

*Mülteciler zorluklarla nasıl başa çıkıyor?

Mültecilerin yaşadıkları zorlukla bugün gittikleri ülkelerde nasıl bir koşul ve şartlar varsa onlar da yaşamaktalar. Yani bugün Türkiye’de ekonomik durumlar kötüye gidiyorsa eğer onlar da bunu yaşıyor. Daha müreffeh bir ülkeye gittikleri zaman o ülkenin de pozitif ve negatif sirkülasyonundan etkilenecekler ve yaşayacaklar. Ne yazık ki bugün mülteciler, bizim yaşadıklarımızın yani bizim yaşadığımız koşulların da eşit bir şekilde yaşamaktadır. Halbuki mültecilere bakıldığı zaman bizim kadar iyi bir durumda olmadıklarına rağmen bizim kötü koşullarımızı yaşamaları, eşit bir durum söz konusu değil. Kaldı ki bugün Türkiye’de mültecilere barınma hakkı, çalışma hakkı sağlanmamaktadır. Yani bunları sağlamadan mültecileri bizim zor durumda yaşamalarını zorlamamız ve sürekli onlardan şikayet etmemiz, eşit olmayan bir durumdur ve kötü sonuçlara işaret eder. Türkiye’de ekonomik, eğitim, sağlık hakları bugün her vatandaşın yaşadıkları durumları, onlar da yaşamaktalar. Bizim nasıl zorluklardan geçtiğimizi düşünürsek, onlar da aynı zorluklardan geçiyorlar.

*Toplum bu psikolojiyi nasıl okumalı?

Bu konuda açıkçası burada toplumun bilinci söz konusudur. Yani bugün bu iş benden, senden başlıyor. Yani bugün mülteci kelimesi duyduğunuz zaman mülteci kelimesinin altını kazıp da nasıl bir durum da yaşadıklarını bilmeden, nasıl zor zor koşullardan geçtikleri bilmeden, biz kendimizden başlamadan çevrelerimize bilinçli söylemleri sunmadan maalesef bu mültecilere herhangi bir yarar sağlamaz. Dolayısıyla mültecinin bu durumdan kurtulması değil, bizim bir toplum olarak bu ayrımcılık, milliyetçilik, nefret suçundan kurtulmamız gerekiyor. Biz bunlardan kurtulduğumuz zaman mülteciler de bu durumu bir daha yaşamayacaklarının teminatıdır.

*Hükümet, mülteci sorununu halledebilecek mi?

Dolayısıyla bir zamanlar nasıl Bosna’dan Boşnak ülkelerinden hani göçmen dediğimiz, o zaman alıp şu an Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak kabul edilmiş olsa da bu insanları da bu şekilde kabul etmemiz lazım. Elbette bugün Suriye bir barışa, kalıcı barışa kavuşursa bu insanlardan dönmek isteyen bir kesim olacaktır. Fakat bu ülkeye gelip faydalı ve entegrasyon sürecini geçirmiş insanlardan tekrar ülkelerine dönmelerini istememiz biraz insanlığa aykırı suç veya insanlığa aykırı söylemlerde bulunmuş olacağız.