Ahmet Sümbül
DİYARBAKIR - Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Atatürk tarafından bir istihbarat teşkilatının oluşturulması için verilen talimat sonrasında 16 Haziran-10 Temmuz 1926 tarihlerini kapsayan 20 günlük bir kurs için Türkiye'den bir grup, Almanya ve Avusturya'ya götürülerek, istihbarat konusunda eğitim alır. Türkiye'den gelen gruba eğitimi, Hitler'in istihbarat teşkilatını da örgütleyen Polonya asıllı Albay Walther Nicolai verir.
Türkiye'den kurs için gidenler arasında sosyo-etnolog Hasan Reşit de vardır. Kurs bitiminden sonra Türkiye'ye dönen gruba Ankara Hacıbayram'da Şehit Keskin Sokak 14 numarada bir bina tahsis edilir ve istihbarat teşkilatının ilk yapılanması burada başlar.
Hasan Reşit, İçişleri Bakanlığı emri ile 12 Şubat 1927 tarihinde Diyarbakır, Urfa, Hakkari, Mardin, Bitlis, Siirt gibi illerinde uzun süre kalarak, bu illerin etnik yapısı, sosyolojisi ve siyasi yapısına ilişkin raporlar hazırlar.
Her türlü yetkiye sahip olarak "Asayiş Müşaviri" unvanı ile bölge illerini gezen Hasan Reşit, edindiği bilgileri hem İçişleri Bakanlığına, hem CHP Genel Sekreterliğine, hem de bağlı bulunduğu istihbarat teşkilatına aktarır.
Araştırmaları 3 yıl sürdü
Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinde resmi görüş doğrultusunda çalışmalar yapan Hasan Reşit, bu gezilerini 1930 yılına kadar 3 yıl boyuncu sürdürür. Hasan Reşit'in sunduğu raporlar, bir anlamda iktidardaki CHP'nin resmi görüşlerini de yansıtır. Hasan Reşit, daha sonra Güneş Türk Dil Teorisi'nin önde gelen savunucularından olup 3 ayrı dönem değişik illerden milletvekilliği yapar.
Hasan Reşit'in İçişleri Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği ve Türk Ocakları Genel Merkezi'ne gönderdiği raporun ikinci bölümü şöyle:
'Diyarbakır Türkçesi'
Diyarbekir Türkü Akkoyunluların ve şimdi Azeri dediğimiz Türklerin lehçeleri ile konuşur: Tibrizde olduğu gibi mahalleye "Köçe" ve ziyafete "Toy" derler. İstihdam edatı bilmezler ve onu kullanmaya alışanların da acemiliği derhal belli olur, fiillerin tasrifinde esas maddei asliye değildir, mastarın tamamıdır mesela: bu Kürdün merbutiyeti falan aşiretdir diyecek yerde bu kürdün bağlamağı falan aşirettir der; bir Diyarbekirli "özümün anlamağı bu işte kafi değildir" derse bundan "benim anlamam kafi değildir" dimek istemiştir.
Diyarbekir Ocağı'na tavsiyeler
Diyarbekir dili eski ve işlenmiş bir dil olarak bu gün dahi mevcut ve Diyarbekir Ocağı ile diğer alakadarların meşgul olmasına değecek kadar zengindir. Diyarbekir de bu ters inkılabı yapan acıklı hadiseyi korkunç bir tauna hamlederler: 1214 tarihlerinde Taun Surlar içinde çok Türk telef etmiş ve kanaldı kanadsız canavarlar sokakları dolduran cenazeleri günler sürümü ve korkusuzca parçalayıp yiyebilmiştir, bu haileden canını kurtaran azlık ta eskiden hiçbir şey kalmayacağı tabiidir. Bundan evvel Diyarbekirin kibar ve kamil bir Türklüğü bulunduğunu öğreniyoruz. Onlar Harsın bütün kısımlarında tamamile Türk idiler ve bu Türklükleri yalnız vicdani değil idi, hatta en son damlasına kadar bünyevi idi. Gövde Türk, vicdan Türk, inan Türktü.
Taun geçiren Diyarbekirin ölümle açılan boşluklarına civardan Kürtler ve Ermeniler doldular ve manevi boşluğa gelince: oraya da yine boşluk dimek olan serserilik aktı durdu. Diyarbekirin zavallı Türkleri bu istila karşısında bir hareket gösteremediler, çünki o tarihlerde her Türk evi bir matem yuvası idi; neşe, zerafet fışkıran mesut ocaklarda artık duyulan ancak karanlık bir mezar sükutu idi.
'Gramofonlarda Arapça ve Kürtçe'
Bu müstevlilerin müşterek bir harsı yoktu, eski Diyarbekirden de eser kalmamışidi; binaenaleyh her zümre yalnız kazanmak ve yaşamak esası üzerine bileşti. Feci mütereke senelerinde neler olduğunu bilmiyorum, fakat 1927 de gramafonlar Türkçe ile beraber Arapça ve Kürtçe söylenmiye başladılar, 28 sene sonlarında Arapça Kuran ve Kürtçe şarkı okuyan plaklar alaka ve heyecan oyandırdı, dinleyenler sade kulak kesiliyor ve gramafonun borusuna uzanan nazarlar o maden kutunun içinde bu heyecanın kaynağını arıyordu. Filhakıka o kaynaklardan seller taştı ve beş-on gün içinde akıntıya tutulanların sayısı arttıkça tutumu da değişti, tenha yerlerde tespih çekerek Kürtçe konuşanların sevinçli nasiyesine tesadüf ediyordu ve Türk Diyarbekir yine Taundan arta kalan dedeleri gibi bu yeni inkişafa görmeden bakıyor, anlamadan temaşa ediyordu; bereket versin ki çok sürmedi.
'Türkmen köyünden başka hiçbir yerde Türkçe konuşulmaz'
Mamafi Diyarbekir çokluğu ile hala Türktür, onu benliğine çevirmek ne geç, ne güç olacaktır. Surlardan sonra Türke tesadüf etmek için oldukça yol almak lazımdır. Dicle boyundaki Türkmen köyünden başka hiçbir yerde Türkçe konuşulmaz. Çokluğun dili Kırmanççadır ve bu Kürtçe Diyarbekirden itibaren adım adım koyulaşır ve derece derece Farisiceye yaklaşır.
'Azerbeycandan aileler getirildi'
Uzak zamanlarda bu çok münbit toprakların üzerinde yaşayanların çoğu Türkçe konuşuyordu. Ak ve Kara Koyunlular Mardin-Diyarbekir mintakasına ve civarına fazla ehemmiyet vermişlerdi. Ak koyunlulardan Kasım Padişahın karıştığı siyasi oyunlar neticesinde Kara Koyunlu Uzun Hasan 872'de Şahrüh tarafından Diyarbekirde Padişah ilan edildi. Tebrizi merkez ittihaz ettikten sonra Mardin hükümdarı ve akrabaları kendisine isyan ettiler, muharebeler çok kanlı çok feci ve zararlı oldu; o kadar ki boş ve insansız yerlere Azerbeycandan 80.000 ırk nüfusu ve yahut ailesi getirip yerleştirmeye mecburen hasıl olmuş.
Mardinde ve Koçhisar Nahiyesindeki medeniyet asarı bu kadar Türkün buralarda yaşadığına işaret edebilir, bu kanlı maceraların müsebbiblerinden olduğu halile bilahire büyük bir feragatle ilim ve medeniyete hizmet ederek büyük eserler vücude getirmiş olan Ak Koyunlu Kasım Padişahın Mardindeki medresesi bu ölmez eserlerin seçmelerindendir.
Koçhisarda Çöl ortasında görülen o muazzam enkaz orada bu günkü Mardinden daha kesif bir cemaatin yaşadığını ispat için kafidir. Koçhisar Camiinin avlusunda görüştüğüm küçük bir ihtiyar erbilli muhacir “efendi; bu Havuz Hanefilere mahsus bir Havuz-u kebirdir, dimek ki burada evvelce Türkler yaşarmış” dedi.
Bu Rapor bu müşahedeleri ihtiva edemez, esasen diğer raporlarımda hepsinden bahsettiğim için tekrara lüzum yoktur.
İster nüfus ister hane olsun 80.000 rakamı bir mahşer ifade eder, halbuki bu mahşerden bu gün bir fert bile yoktur. Dört yüz elli sene zarfındaki bu indiras pek az görülür. Prusyanın birçok yerlerinde Kliselerde Almanların hala Prusça dua ettiklerini düşünürsek milliyetimizi zayi etmekte ne kadar hızlı olduğumuzu öğreniriz.
'Mardin ve Diyarbekir'e 80 bin Türk yerleştirildi'
Kara koyunluların Mardin ile Diyarbekir arasında Seksen bin Türk yerleştirdiği mülumdur. Eski Türkler temsil için iskana çok ehemmiyet verirlerdi. Bu ameliyenin ayrı ayrı zamanlarda başka başka yapıldığını kimse inkar edemez. Bu gün Mardin ile Diyarbekir arasında Türkçe Konuşur tek köye tesadüf edilemez.
Bu sahanın eski ve yeni sekenesi hakikaten tetkike değer, bendenize kalırsa Turanilikten ayrı bir milli mevcudiyeti ancak bu sahada arayabiliriz; çünki bu sahada şimalde tamamile başka bir hars yaşayan Mutki aşiretlerile cenupta kesif bir Suryani mevcudiyeti arasındadır. Vaktile buralarda mevcudu çok az bir Aramilik bulunduğu tarihin şehadet ettiği bir hakikattir. Aramilerin bu gün içimizde yaşayan torunlarını da uzun uzadıya tetkik ve arzedeceğim.
'Bir suale karşı Nizanim derler'
Beşiri Ovasına hakim ( DeerKiryakus)'dan bakılınca ovanın üzerinde müteaddi köy harabeleri görülür; bu köylerin kadim senekesi Ermeni, Süryani ve Asuri idi. Bunlar vatana hiyanet ettikleri için Cihan muharebesi bidayetlerinde hiyanet yapamayacakları yerlere sürülmüş ve mütareke üzerine hudut haricinde kalmışlardır. Fakat O zan Türk şevkatine sığınarak yurdunda kalanları bu gün ne Süryani, Ermeni ve Asuri olarak bu manastır etrafında toplanmış görürsünüz. Bunların herhangi biri ile Türkçe veya Arapça konuşmak kabil değildir, bir suale karşı bi hakkın (Nizanim) derler.
'Yegane bildikleri dil Kürtçedir'
Hakikaten Kürtçe'den başka dil bilmezler. Müslümanların da bildiği yeğane dil o lehçe ve o Kürtçedir. Göre göre artık kıyafet ve renklerinin ve yüz şekillerinin tamamını ezberlediğim bu taraflar fertlerinden birile bu Süryani, Ermeni ve Asurileri ilk görüşte ayırmak çok müşkildir. Dini tezahurlarından başka hemen her şeyleri birdir ve bundan istidlal ediyorum ki bu beş kazanın Müslüman halkı da ekseriyetle bunların dönenleridir. Kiryakus Manastırının dini memnuniyete rağmen şarap içen, kumar oynayan ve alarivayetin kadın oynatan deryadil papazına göre hizmet ettiği Manastırın ömrü 1900 küsür sene imiş ve Kiryakus bizzat Mesihten telakki ettiği Hıristiyanlığı daha ilk senelerde Garzan ovasına getirdiği için bilahire kemikleri bu Manastıra nakl edilmiş imiş.
Gobin kazasının eski merkezi olan Emledin ve Gildani tarihinde Erzun, şimdiki Kürk lehçesile Hap Bajar denilen veya harap şehir, Hasan keyf tarihi ticaret merkezleridir. Kürtçe konuşanların en muzır, en mütecaviz ve Türklüğe daime yabancı olanları işte bunlardır, çünki bunların çokluğu Arabi ismi umumisi altında yaşayan kadim Süryani, Gildani ve Asurilerin ve bunlardan olduğu halde (Gırogoriyen) Kiliseye intisapla Ermeni olanların mühtedileridir.
Ezidi halkı hakkında yorumlar!
Yezidiler şeytana taparlar, itikatlarına göre şeytan Allahın hem dostu, hem de müşaviridir. Allah ister bilerek ister aldanarak olsun, Şeytanın boynuna lanet halkası takmışsa da bu ebedi değildir, bir gün gelip yine Şeytan boynu azat olarak Allahın dostu ve müşaviri olacaktır. Yezidiler o zamana hasretle mütazırdırlar. Sencar taraflarında ibadet ve ayinlerini serbest yaparlarmış: Gün batar batmaz müezinler yüksek bir yere çıkar: (Şuaybin Horozu öttü, Artık ne ayıp ne ar var) diye haykırırmış. Apaçıktır ki bunlar da nur ve zulmete tapıyorlar. Esasen parlak töylü Tavus kuşu Tütemlik Mabutlarıdır; onun adına (Tağusus sultan) derler. Tabiata ve tüteme tapmaları ve birkaç Allah tanımaları bunların ne Sami, ne de Ari olmadığına işaret eder.
'Kızlarını daha çocuk iken satarlar'
Tetkikleri her halde faydalı olacaktır. Kızlarını daha çocuk iken satarlar, bu karlı iş hala vardır; satılan çocuk efendisinin her işini dindarane bir sadakatle görür ve aynı zamanda güzel oldukları için ekseriya hanımlarına ya (Kuma) olurlar ve yahut yerlerine geçerlermiş. Midyat Yezidileri bu gün de çocuklarını satarlar. En güzide bir kız çocuğunun bedeli nihayet Yüz Elli Mecidiyedir.
'Bu mıntıka behemahalsür'atle Türkleştirilmelidir'
Satılan çocuk yeni girdiği hayatın şekli ne olursa olsun ana baba yurdunu aramaz.
Ana babaya gelince: bedelini aldıkları çocuğun ismini bile hatırlamazlar. Bu hali içtimai hayattaki iptidailiklerini çok eyi izah eder. İşte bunun içindir ki [T] harfinin kaim hattını bu mintakadan geçirmiştim tekrar arzedeyim ki toprağı feyizli ve mübarek olduğu kadar senekesi muzır ve düşman olan bu mıntıka behemahalsür’atle Türkleştirilmelidir.
(Sürecek)