Güneş OCAĞA - ÖZEL HABER
Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın evinde bulunan ve daha sonra bir sahafta ortaya çıkan 'gizli' ibareli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Raporu, karanlık bir döneme ışık tutacak. Belge, 1990'larda dönemin Başbakanı Çiller'in "Elimizde 60 kişilik liste var" açıklamasının ardından Kürt iş insanlarına yönelik infazların başladığı sürece dair önemli bir doküman.
RAPOR ÖZAL’A SUNULDU
Gazeteci İsmail Küçükkaya, 19 Kürt iş insanının öldürüldüğü 1990’lardaki cinayete dair önemli konuyu Türkiye’nin gündemine getirdi. Halk TV’de yayınlanan habere göre o dönem infaz kararının Milli Güvenlik Kararları doğrultusunda hayata geçirildiğini destekleyen önemli bir karar ortaya çıktı. Haberde, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a sunulan “Teröre Karşı Psikolojik Harekat” başlıklı Aralık 1992 tarihli rapor ve Tansu Çiller’in “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için şereflidir. Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt iş adamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’ya mali destekleyenlerle mücadele edecektir” ifadeleri de aktarıldı. Bu ifadelerden sonra 3 yıl için de Kürt iş insanları Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, Fevzi Aslan, Medet Serhat, Namık Erdoğan’ın aralarında bulunduğu 19 kişinin Bolu-Sapanca Hendek üçgeninde infaz edildiği hatırlatıldı.
BEHÇET CANTÜRK’ÜN AVUKATI KONUŞTU
Eski Başbakan Tansu Çiller'in açıklaması sonrası ilk katledilen isim de Diyarbakır Liceli iş insanı Behçet Cantürk olmuştu. Bahse konu gizli belgelere dair gazetemiz Güneydoğu Ekspres'e konuşan Cantürk ailesinin avukatı Mehmet Celal Baykara, "Bu belgelerin gerçeklik payı ne kadar bilmiyoruz, ama bu belgeler ışığında itiraz mahkemesine dilekçemizi vereceğiz" dedi.
DAVANIN AÇILMASI İÇİN VERDİKLERİ MÜCADELEYİ ANLATTI
Yapılan infazların ardından 1990'lı yıllarda davanın açılması ve faillerin yargılanması için verdikleri mücadeleye dair Baykara, şunları söyledi:
"1990'lı yıllarda başlayan bir süreçti. Kürt hak mücadelesini Kürt iş insanlarının da kısmen desteklemiş olması tabi ki o dönem devleti çok ciddi bir şekilde rahatsız etti. Sadece askeri müdahalelerle çözülemeyeceği anlaşılınca, Kürt iş insanlarına yönelik operasyon da bir gereklilik olarak görüldü. Ve hepimizin bildiği üzere 1992-1993 yıllarında iş insanlarına yönelik seri cinayetlerle Kürtlerin hak mücadelesine olan desteğin azalacağı hesaplandı ve böylesi operasyonlar düzenlendi. Ki bunları da bizler büyük şehirde yaşayan Kürtler olarak çok yakinen gördük. 1992'de başlayan operasyonlar 4 yıl sürdü. İlk öldürülenlerden biri de rahmetli Behçet Cantürk'tü. O dönem ben de Cantürk ailesinin avukatıydım. Biz, çok uzun süre mücadele verdik. Diğer katledilen Kürtlerin aileleri ve avukatları da ayın şekilde çok ciddi bir dava süreci için mücadeleler verdi. Sürekli dilekçeler verdik, sorduk soruşturduk. Bütün bu mücadelelere rağmen maalesef ki davanın zamanında açılmasını sağlayamadık. Yıllar geçti, tam da zaman aşımına yakın bir dönemde davayı açtılar tabi. Bu da 20 yıldan sonra gerçekleştirildi."
"O DÖNEM KANIT OLAN BELGELERE ULAŞAMADIK"
O dönem kanıt olan belgelere ulaşamadıklarına dikkat çeken Baykara, şöyle devam etti: "O dönem telefon kayıtları, balistik raporlarına ulaşabilmemiz mümkün olmadı. Silahların büyük bir çoğunluğu kayboldu. Hatta bu faili meçhul cinayetlerine katılanların bir bölümü de öldü, ya da kayboldu. Çok yıllar sonra açılan bir dava oldu. Ve dava zaten AK Parti'nin ilk dönemlerinde bazı gazetelerin faali meçhul cinayetlerini sürekli yazmasıyla ilgili özel savcılar atandı. Bu özel savcılar davayı açmak zorunda kaldılar. Ama zaten açıldığı günden itibaren, davanın istediğimiz gibi sonuçlanmayacağını, faillerin bulunamayacağını ve ceza almayacağı konusunda bir inanç içerisindeydik. Umutlu değildik. Dava açıldıktan sonra zaten talep etmiş olduğumuz hiçbir sonucu alamadık. Belgeler bulunamadı. İşin garabet yanı da şuraydı, eski özel harekatçı Ayhan Çarkın ifade verdi ve onun ifadeleri üzerine iddianame hazırlandı. Ama Ayhan Çarkın tutukluydu, diğer sanıklar ise tutuksuz yargılanıyordu. Her sanık için 19'erşer ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması için iddianame hazırlanıyordu, fakat tutuklu sanık maalesef ki yoktu. Yani dava öyle bir hale geldi ki, biz duruşmada müdahil avukatlar olarak, Ayhan Çarkın'ın ifadelerine itibar ediyorsanız, iddianame onun ifadelerine göre düzenlenmişse niye diğer sanıklar tutuklu değil, eğer bunun ifadesine itibar etmiyorsanız niye Ayhan Çarkın tutuklu demek zorunda kaldık."
"İTİRAZ MAHKEMESİ DEĞERLENDİRECEK"
Her duruşmada neredeyse yargıçlarla gerginlik yaşadıklarını anlatan Baykara, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Zaten her duruşmada neredeyse yargıçlarla gerginlik yaşadık. Mesela iddianamenin baş sanıklarından Mehmet Ağar duruşmaya gelmedi. Onu mahkeme defalarca duruşmaya çağırmasına rağmen duruşmaya getirmek mümkün olmadı. Yine enteresan bir şey var, duruşmanın ilk duruşmasında sanıklar ifadelerini verdikten sonra sanıkların tamamının duruşmadan veraset tutulmasının mütalaa verdi. Bu ceza tekniğinde görülmüş bir uygulama değil. Yani iddia makamı sanıkların duruşmalarda varesten tutulmasını talep etmez. Böylesi bu kadar ağır bir davada her birisi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanan ilk duruşmada vareste tutulması, zaten mahkemenin önceden açıklanmış bir kararı gibiydi. Dava ilk başta sanıkların beraatıyla bitti. Daha sonra Yargıtay'dan döndü dosya. Tekrar açıldı. Bazı belgelerin incelenmesi isteniyordu. Ancak bu belgelerin incelenme şansı yok, zaten belge yoktu. Biz savcılık aşamasında da talepte bulunmuştuk, mağdur Behçet Cantürk'ün işyerinden ayrılıp eve giderken aracındaki telefonla kimlerle görüştüğü ile ilgili belge istiyoruz, ama belge yok. Behçet Cantürk iş yerinden ayrılırken kiminle görüşmeye gitmiş? Nereye gidiyormuş? Bilgi yok. Bir de sanıkları çapraz sorgulama tarzında sorgulamamız duruşmalarda mümkün olamadı. Sonuçta Yargıtay'dan döndükten sonra dosya yine mahkemenin berat kararıyla sonuçlandı. Tabi biz, bütün müdahil vekilleri bu karara itiraz ettik. Şuanda dosyanın itirazı inceleniyor, karar kesinleşmedi. Turgut Özal'ın evinden çıktığı iddia edilen belgeleri biz itiraz merceğine sunacağız. Tabi bu konuya dair haber ne kadar gerçek? Altında ıslak imzalar var mıdır? Ne kadar belge olarak değerlendirilir? Şuan bilemiyoruz. Bu konuda açıkçası o kadar da umutlu değiliz. Haberi incelediğimiz kadarıyla bir sahaf belgeleri bir gazeteciye vermiş, gazeteci de bunun haberini yapmış. Ama bu nasıl bir belgedir? Bunu bilemiyoruz. Sadece haber düzeyinde biz bunu mahkemeye sunacağız. Davanın esasına etki eder mi, etmez mi bunun kararını İtiraz Mahkemesi değerlendirecek."
"BU DOSYAYLA YENİ BİR DAVA AÇILABİLİR"
"İddiamıza göre bu bir soykırımdır" diyen Baykara, "Bu belgeler ciddi ise zaman aşımı olmayacağına inanıyoruz ve bu dosyayla yeniden bir dava açılabilir. Haberden duyduğumuz kadarıyla Milli Güvenlik Kurulu'nun kararı bu. Ancak şunu vurgulamak isterim ki, sanki bu yeni bir şeymiş gibi bize sunuluyor. Bir de 19 tane Kürt iş insanının öldürülmesi devlet sorumluluğundadır. Çünkü hukukta faili bulunmayan kişinin faili devlettir. Devlet maalesef ki, failleri vermemekte direndi, bunlar devlet tarafından bilinen şeyler. Bu katledilen 19 kişi kan davasından dolayı öldürülmedi. Ya da düşmanları tarafından öldürülmedi. Bunların hepsi devletin timleri tarafından öldürüldü, bu timlerin de emir komuta zincirinin içerisinde bunu yaptığı çok açık ve nettir. Bu belgelere ulaşmak için de tabi ki de girişimlerimiz olacak. İtiraz Mahkemesi'ne dilekçemizi vereceğiz ve belgeleri istemeyi talep edeceğiz" diye konuştu.
GİZLİ BELGE NASIL BULUNDU?
MGK’nın gizli belgelerini, ilk kez 10Haber’den Masum Gök yayınladı. Kırmızı kapaklı, “gizli” ibareli belge, Ahmet Özal Balmumca’da babası dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın evini satıyor. Evde epey kağıtta var. O kağıtlar hurdacıya satılıyor. Hurdacı belgeleri görünce bir sahafa arıyor, sahaf satın alıyor 10Haber’den Masum Gök de belgelere öyle ulaşıyor. Gazeteci Masum Gök’a konuşan Ahmet Özal, belgelere ilişkin “Evde böyle belgeler olduğunu bilmiyordum, ilginç” açıklamasını yaptı.
TBB BAŞKANI: YARGI HAREKETE GEÇMELİ
Halk TV’ye konuk olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, şu değerlendirmeyi yaptı: “Böyle bir belge nasıl olur da kağıt toplayıcısının da ortaya çıkabilir. Tabii baktığınızda Türkiye'nin yakın siyasi tarihinde aslında Susurluk gibi bir kaza olmasaydı o dönem o devlet, mafya iç içe girmiş yapılar da ortaya çıkamayacaktı. Bazen tesadüfler Türkiye'nin tarihinde çok önemli rol oynuyor. Faili meçhuller noktasında bir değerlendirme yapılabilecek bilgi ve doküman içeriyorsa eğer muhakkak ki yargının hızlı bir şekilde bunun üzerine gitmesi gerekir. Bu tarz davalarda Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı suç tanımı yapılıyor. Haliyle insanlığa karşı suç tanımının maddi ve manevi unsurlarını içeren bilgi ve doküman varsa eğer burada zaman aşımının işlemesi söz konusu olmayacaktır. Türkiye açısından bu bir fırsat olabilir. İyi değerlendirilirse, eğer şeffaf olunursa kamuoyuyla her şey paylaşılarak bu anlamda etkin bir soruşturma yürütülürse belki de bir dönemin karanlık kalan tarafının aydınlanması için de Türkiye bunu fırsata çevirebilir.”