Ali ÖZGÜÇ yazı...

Allah Teâlâ, Muhammed Mustafa’yı (s.a.v) insanlık içerisinden seçmiş, onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Onun risaleti de tüm âlemler için bir rahmettir. Bu yazımızda, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) nasıl bir rahmet peygamberi olduğunu, Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi, onun sireti ve sünnetinden hareketle açıklamaya çalışacağız.

Yüce Allah, Peygamberimize tanıklık ederek şöyle buyurmuştur:

"Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür; müminlere karşı Raûf (şefkatli) ve Rahîm’dir (merhametlidir)."

(Tevbe, 9/128)

Bu ayet, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) müminlere olan derin sevgisini ve şefkatini açıkça göstermektedir. Ayrıca, Yüce Allah, kendi isimlerinden iki mübarek ismi Raûf (çok şefkatli) ve Rahîm (çok merhametli) Peygamberimize vererek, onu diğer peygamberlerden üstün kılmıştır. Allah Teâlâ, bu sıfatları yalnızca Peygamberimize tahsis etmiş, onu son peygamber kılarak şereflendirmiştir. Efendimiz (s.a.v), hayatı boyunca hem ashabına hem de diğer insanlara karşı büyük bir şefkat ve merhamet göstermiştir. Onun bu özelliğini, gerek Mekke döneminde maruz kaldığı eziyetler karşısındaki tavrında gerekse fetih günlerinde sergilediği affedicilikte açıkça görmekteyiz.

Ali Özgüç Kopya.jpg3

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Mekke’de müşriklerin zulmü karşısında büyük sıkıntılar çekmiş, nihayetinde Taif’e hicret etmek zorunda kalmıştır. Orada on gün boyunca gece gündüz insanlara tebliğde bulunmuş, Allah’ın emirlerini toplumun her kesimine duyurmaya çalışmıştır. Ancak Taif halkı, Mekkelilerden daha sert bir tepki göstermiş ve Peygamberimiz’i (s.a.v) taşlayarak büyük bir eziyet vermiştir. Bu saldırılar sonucunda mübarek ayakları kan içinde kalmış, ayakkabıları kanla dolmuştur.

Yorgun ve yaralı bir halde, bir bağın gölgesinde istirahate çekilen Allah Resûlü (s.a.v), burada Allah’a yönelerek şu meşhur duasını yapmıştır:

“Allah’ım! Kuvvetimin zayıflığını, çaresizliğimi ve halkın gözünde hor ve hakir görülmemi sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Beni kime bırakıyorsun? Beni uzak bir yabancıya mı, yoksa bu işimde bana üstünlük sağlayan bir düşmana mı bırakıyorsun? Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere aldırmam.” (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 2/29-30)

Bu esnada, Cebrail (a.s) ve dağlardan sorumlu melek Peygamberimize gelerek, Allah Teâlâ’nın eğer peygamberim isterse iki dağı birleştirerek Taif halkını helak edeceğini bildirdiler. Ancak Allah Resûlü (s.a.v), bu müşriklere beddua etmek yerine onların hidayetini diledi ve şöyle buyurdu:

“Hayır! Şayet onlar hidayet olmasalar da ben, Allah’ın onların nesillerinden yalnızca O’na kulluk edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkaracağını ümit ediyorum.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)

Bu hadise, onun sınırsız merhametini ve ümmetine olan düşkünlüğünü en güzel şekilde göstermektedir.

Allah Resûlü (s.a.v), Mekke’nin Fetih günü, kendisine yıllarca eziyet eden, akrabalarını şehit eden ve İslam’ı yok etmek için savaşan insanlara karşı nasıl bir tavır sergilemiştir?:

Peygamber Efendimiz (s.a.v), on binlerce kişilik ordusuyla Mekke'yi fethederken, bu müşriklerden intikam alma gücüne ve kudretine sahip olduğu halde, onları affetmiş ve şu şekilde buyurmuştur:

“Gidiniz, hepiniz hürsünüz!” (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 4/35-36)

Bu söz, Hz. Yusuf’un (a.s) kardeşlerine söylediği şu ayeti hatırlatmaktadır:

“Bugün size kınama yoktur, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yusuf, 12/92)

İslam’ın temelinde merhamet, affedicilik ve şefkat vardır. Peygamberimiz (s.a.v), en zor zamanlarında bile düşmanlarına merhametle muamele etmiş, onları affetmiştir.

Uhud Savaşı’nda, müşrikler Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) mübarek dişlerini kırmış, yüzünü kanlar içinde bırakmışlardı. Sahabeler, “Ya Resulallah! Onlara beddua et.” dediklerinde, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Kavmimi affet, çünkü onlar bilmiyorlar.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Cihâd, 104)

Bu söz, onun yüce ahlakının ve sınırsız merhametinin en büyük göstergelerindendir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Kur’an-ı Kerim’de de beyan edildiği üzere, şefkat ve merhametin en güzel timsaliydi. O, yalnızca Müslümanlara değil, tüm insanlığa rahmet olarak gönderilmiştir. Onun sünneti, affediciliği, hoşgörüsü ve insanlara olan sevgisi, İslam’ın barış ve merhamet dini olduğunu gösteren en güçlü delillerdendir.

İslam’ı sürekli olarak şiddetle, kılıçla ve zorla yayılan bir din olarak göstermek isteyenler, onun bu yüce ahlakını görmezden gelerek büyük bir yanılgıya düşmektedirler. Oysa ki Allah Resûlü (s.a.v), en zor şartlarda bile affı ve merhameti esas almış, insanları hoşgörüyle İslam’a davet etmiştir.

Bugün, onun ahlakını rehber edinmek ve sünnetini hayatımıza tatbik etmek, bizler için en büyük görevlerden biridir. Çünkü gerçek manada rahmet, onun yolundan gitmekle mümkündür.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gönderilişi, tüm insanlık için bir rahmettir. Dün olduğu gibi bugün de onun getirdiği şeriat ilkeleri tam anlamıyla rahmettir. İslam’ın aileye, kadınlara, çocuklara, yaşlılara, insanlara ve insani değerlere verdiği önem, hiçbir beşeri sistemde ve İslam dışı hiçbir dinde bulunmamaktadır. Peygamberimizin getirdiği dinde; insanların canları, malları, namusları ve nesilleri koruma altına alınmış, her türlü saldırıya karşı güvenceye kavuşup, o’nun egemen olduğu bir toplumda, din başta olmak üzere bütün bu temel haklar güvence altına alınmıştır.

Peygamber Efendimizin ahlakı ve merhameti tüm insanlığa örnektir. Bir gün bir cenaze geçerken Allah Resulü (s.a.v.) cenazeyi görünce ayağa kalkar. Sahabeler, "Ya Resulallah, bu bir Yahudi cenazesidir." derler. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Ama o da bir insan değil mi?" buyurur. (Sahih al-Buhari, Kitap el-Adab, 1286)

Komşusu bir Yahudi’nin çocuğu hastalanmıştı. Peygamber Efendimiz, hastayı ziyaret etti. Çocuğun babası bu ziyaretten çok memnun oldu ve tüm aile büyük bir sevinç yaşadı. Peygamberimiz çocuğa bakarak onu İslam’a davet etti. Çocuk, babasının bakışlarını yokladı. Babası nasıl bir tepki verecekti? Babası, "Oğlum, Ebu’l-Kasım’a hayır deme." dedi. Bunun üzerine çocuk Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz, "Benim vesilemle bu genci cehennemden kurtaran yüce Allah’a hamdolsun." buyurdu. (Sahih al-Buhari, Kitap el-Magazi, 2851)

Bir gün Peygamber Efendimiz, zayıf düşmüş ve halini ona şikâyet eden bir deve gördü. Hemen devenin sahibini çağırttı. Sahibi gelince ona, "Ey Allah’ın Resulü! Buyurun." dedi. Allah Resulü, "Sen Allah’tan korkmuyor musun? Bu deve bana, sahibinin ona ağır yük yüklediğini, ne suyunu ne de yemini verdiğini şikâyet etti. Onun hakkını ver ve yükünü hafiflet." buyurdu. (Sahih al-Buhari, Kitap el-Zühd, 6313)

Peygamber Efendimizin merhameti sadece insanlara değil, hayvanlara ve hatta doğaya bile yansımıştı. Bir gün bir kuşun havada çırpınıp acıyla sesler çıkardığını görünce şöyle buyurdu: "Kim bu kuşun yavrularını almışsa hemen yerine bıraksın! Çünkü bu kuş, yavrularının alınmasından dolayı şikâyet ediyor." (Sahih Müslim, 2174)

Allah Resulü (s.a.v.), savaşta bile merhameti elden bırakmazdı. Savaşa giden ashabına şöyle buyururdu: "Ey ashabım! Savaşa gittiğinizde önce onları hidayete davet edin. Şayet sizin vesilenizle bir insan hidayete ererse, bu sizin için dünyadan ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır. Savaşta çocukları, kadınları, yaşlıları ve ibadet eden keşişleri öldürmeyin. Sadece sizinle savaşanlarla savaşın. Ağaçları kesmeyin, ekinlere zarar vermeyin." (Sahih Müslim, Kitap el-Cihad, 1731)

İslam’ın sunduğu bu eşsiz merhamet anlayışını unutmamak ve Peygamberimizin ahlakını kendimize örnek almak, biz Müslümanlar için en büyük vazifedir. Selam ve dua ile…

Kaynak: Ali ÖZGÜÇ