Suriye ve Afganistanlıların ağırlıklı olduğu 5 milyonu aşkın mültecinin eğitim, sağılık, barınma gibi temel haklardan mahrum yaşıyor. Geçici ve uluslararası koruma altında olan mültecilere sosyal uyum politikaları adı altında sağlandığı ileri sürülen temel hak ve hizmetler yerine ulaşamıyor.
Birçok kurumun ortaklaşa kurduğu Mülteci Dayanışma Ağı üyesi Levent Ayaşlıoğlu, Eylül 2019 yılından bu yana çalışma yürüttüğü Altındağ’da yaşanan sorun ve sıkıntıları paylaştı.
Mültecilerin keyfi bir şekilde ülkelerini terk etmediğini hatırlatan Ayaşlıoğlu, “Özellikle Afganistanlı mültecilerde gördüğümüz; ilişkiye geçtiğimiz, öykülerini dinlediğimiz tüm ailelerde şunu gördük; en yakınları ya öldürülmüş ya da kendileri ve birinci derece akrabaları yaralanmış. İki yıldır Altındağ’da gittiğimiz her mahallede kendimize ‘bu yaşama nasıl katlanabiliyorlar’ diye sorduk. Oysa tek istedikleri geldikleri ülkede kalabilmek ve yaşayabilmek. Kendi tanımlarına göre insanca yaşayabilmenin kuralları var ve bunu yaşama geçirmek istiyorlar. Türkiye’de yanlış bir algı var. Mülteciler daha iyi bir yaşam için değil hayatta kalabilmek için geliyorlar” dedi.
VERİLEN STATÜLER
Suriye'den gelenlere geçici, Afganistan, İran ve Somali gibi doğu ülkelerinden gelenlere ise uluslararası koruma statüsünün uygulandığını belirten Ayaşlıoğlu, “Geçici koruma statüleri uluslararası hukuk tarafından belirlenmiş olsa bile çok büyük eksikleri var. Bu statü sahibi kişilerin, gelecekte hangi kalıcı statülere ve ne kadar sürede erişecekleri tanımlanmamış durumda ve üçüncü ülkeye sığınma statüsü verilmiyor. Geleceği belirli olmayan mültecilerin de bu ülkede nasıl yaşayacakları, çalışma, sağlığa ve eğitime erişimi koşulları da belirsiz hale geliyor ve günlük uygulamalarla kalıyor” diye konuştu.
MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ
Suriye iç savaşının uzaması ve aradan 10 yıl geçmesi üzerine 2016’dan itibaren “mültecilerin ülkelerine dönemeyeceği” düşüncesiyle sosyal uyum politikalarına ağırlık verildiğini söyleyen Ayaşlıoğlu, “Bu politikalar uluslararası fonlarla destekleniyor ve bazı sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülüyor. Bu politikalar, hakim bir anlayışı da tanımlıyor. Ulus devlet ve vatandaş ilişkisine vurgu yaparak hakları sorgulatıyor. Bu nedenle sosyal uyum politikaları ne hak ve hizmetlere erişimi ne de hukuki koruma sağlıyor. Tam tersine her gün karşılaştığımız birçok engel ve kısıtlamayı gündeme sokuyor. Alan veren hukukunu pekiştiren bir muhtaçlık ilişkisi geliştiriliyor. Yardım alma ve verme üzerinden tanımlanıyor. Hem yerel yoksullar hem de mülteci toplumu bu hukuk karşısında hep bir mağdurluk ve muhtaçlığa mecbur bırakılıyorlar” diye belirtti.
2 ÇOCUK ŞARTI
Sosyal uyum yardımlarından yararlanabilmek için mülteci ailelerinin en az 2 çocuklu olması şartına bağlandığını kaydeden Ayaşlıoğlu, bu durumda ailelerin kişi başına 120 TL yardım alabildiğini ifade etti. Sahadaki gelişmeleri yakından takip eden Ayaşlıoğlu, şöyle devam etti: “Çocuk 18 yaşına geldiğinde ya da vefat ettiğinde anında yardım kesiliyor. Mesela uluslararası koruma kimliği olan bir ailenin sosyal uyum yardımı alabilmesi için bir devlet bankasından hesap açtırması gerekiyor. Fakat özellikle Afganistan ve İran gibi ülkelerin sakıncalı ülke statüsünde olduğu söyleniyor ve aileler devlet bankalarında hesap açtıramıyorlar. Hesap açtıramadığı taktirde de sosyal uyum yardımlarına ulaşamıyorlar. Bu engel ve kısıtlılıklarla yaşamın her alanında karşılaşıyorlar.”
KAÇTIKLARI ÜLKEDEN BELGE İSTENİYOR
Mültecilerin eğitim alanında yaşadığı sıkıntılara da dikkati çeken Ayaşlıoğlu, tanık oldukları üzerinden şunları anlattı: “Özellikle uluslararası koruma statüsündeki öğrencilerde okullara kayıt yaptırdığımızda ülkelerindeki eğitim durumuna ilişkin resmi belge isteniyor. Afganistan ve Somali gibi ülkelerden gelenlerin bu belgelere ulaşma şansı yok. Ulaşamadığında da kayıt yapılamıyor. Diğer yandan bu sıkıntıyı aşan ailelerde de eğitim uzaktan verildiğinden teknik olanaksızlıklardan dolayı eğitim süreçlerine katılamıyor. Bir diğer büyük sıkıntı ise, yaklaşık bir buçuk iki yıldır okula gitmemiş çocuklar Türkiye’de eğitim sistemine alınırken yaşlarına bakılıyor ve yaşlarına uygun sınıflara yerleştiriliyor. Fakat hem Türkçe bilmemeleri hem 2 yıldır eğitim almamaları bu çocukları çok zorluyor.”
SAĞLIKTAN YARARLANAMIYORLAR
Sağlık ve çalışma alanında yaşanan sorunlara da vurgu yapan Ayaşlıoğlu, gözlemlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’deki belirsiz istihdam ortamında mültecilerin çalışma izni alma şansı yok. Kimlikli ailelerde iş bulan mülteciler Türkiyeli vatandaşlarda olduğu gibi işverenin isteğiyle sigortalanıyor. Ama bu da pek yerine getirilmiyor. Kayıt altına alınmayan mülteciler ise gizli bir şekilde çalışıyor ya da çalışamıyor. Afganistanlı mülteciler genellikle çobanlık yapıyor kırsal alanlarda. Sigortaları olmadığı için sağlığa erişimde de sıkıntı yaşıyorlar. Sağlık sigortaları devlet tarafından açılmışsa sağlık hizmetinden yararlanıyorlar. Ama sigortaları kapalıysa kendileri belli bir ücretle sigortalarını açtırmaları gerekiyor ki birçoğu yoksulluk sınırında yaşadığı için bunu yapabilme imkanı olmuyor. O zaman sağlık hizmetinden yararlanamıyorlar.”
EĞİTİM VE SAĞLIK İÇİN DAVA
Mültecilerin esas sorunları kimlik aldıktan sonra başladığını sözlerine ekleyen Ayaşlıoğlu, bu konudaki gelişmeleri şöyle anlattı: “Altındağ ilçesinde kimliksiz ve kimlikli çok sayıda aile bize ulaşıyor. Kimliksiz ailelerin en temel isteği kimliklenmek. Kimlikli ailelerin ise öncelikli olarak talepleri sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim. Çünkü hem kimlik hem de kimliksiz ailelerin en önemli sorunlarından biri bu. Ulaştığımız ya da bize ulaşan aileler çocuklu ise eğitim ve sağlığa ulaşmaları için çocuk mahkemelerinde dava açıyoruz. Dava olumlu sonuçlanırsa il göç idaresi tarafından kimliklendiriliyorlar. Bu aşama çok güzel işliyordu ama 2020’den sonra hem çocuk mahkemeleri davaları kabul etmemeye başladı hem de davalar olumlu sonuçlansa bile il göç idaresi aileleri başka şehirlere yönlendirmeye başladı. Oysaki Türkiye çocukların eğitim ve sağlık hakkını güvenceye alan uluslararası sözleşmelere taraf bir ülke.”
İNSANCA YAŞAM TALEBİ
Mültecilerin sosyal ve mahalle yaşamlarının yok denilecek kadar az olduğunu da ifade eden Ayaşlıoğlu, şunları dile getirdi: “Etnik kimliklerine göre de bulundukları mahallelerde ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Türkçe bilmeleri nedeniyle Suriyeliler arasında Türkmenler, Afganistanlılar içerisinde de Özbekler ayrı bir konumda. Onun dışında genelde toplum kendi durduğu noktadan birlikte olabileceği etnik kökeni seçiyor. Özellikle de Kürt ve Dom mülteciler büyük zorluk çekiyor. Oysaki çok temel ihtiyaçlarının karşılanması ve insanca ilişki içerisinde yaşamak istiyorlar.”
DAYANIŞMA AĞLARI
Mülteciler için birçok uzmanlık alanının birlikte çalışması gerektiğini vurgulayan Ayaşlıoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Mültecilerle yürütülecek bir hak temelli çalışma, ‘insan olmaktan kaynaklı hakları vardır’ anlayışının yaşama geçmesiyle mümkün. Bunun için de sosyal uyum olduğu kadar toplumsal kabulün de sağlanması önemli. Mücadelenin, hak temelli kurumların ortak karar vereceği bir şekle dökülmesi gerekiyor. Mültecilik çalışmasının temel belirleyenleri yaşam ve çalışma alanlarıdır. Hak temelli çalışan kurumların ve uzmanlık örgütlerinin bir araya gelerek yerelde oluşacak örgütlerle birlikte mülteci dayanışma ağları kurması gerekir. Birkaç yerde bu çalışmaları başlattık.” (M.A)