Hukuku üstün tutan, toplumun tüm kesimlerini koruyan ve gözeten adil bir ilahi sistemdir. İslam'ın yardımlaşma ruhunu temsil eden zekât ve infak müessesesi tam anlamıyla işler hale gelse, Allah'ın (c.c) zengin Müslümanların mallarında farz ve hak kıldığı zekât ve sadakalar yerli yerinde verilse, bugün dünya üzerindeki Müslümanların yaşadığı ekonomik krizlerin birçoğu yaşanmayacak; açlık ve kıtlıkla mücadele eden ümmetin çocukları, Afrika'da, Asya'da ve Orta Doğu’da bu sıkıntılarla karşılaşmayacaktı.
Bugün dünyada her gün, her saat ve hatta her dakika çocuklar açlıktan ölüyorsa, bunun birinci sebebi kapitalist ve işgal güçlerin dünya üzerindeki hegemonyasıdır, işgal ve kural tanımamazlığıdır. Bir diğer sebep ise Müslüman ülkelerin üzerinde islam kanunları ve ilkeleri hakim olmayışıdır,İslam'ın en büyük emirlerinden biri olan zekât ve infak müessesesinin gerektiği gibi uygulanmamasıdır. Rabbimiz, bizlere büyük bir lütuf olarak son peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v.) göndermiş, onunla birlikte hayatın her alanına hitap eden ve müdahale eden Kur’an-ı Kerim’i indirmiştir. Allah (c.c.), bizlerin birlikte yaşamasını sağlayan, birbirine sevgi ve saygı besleyen bir toplum inşa etmemiz için Kur’an’ı göndermiş ve bizlere bu ebedî prensipleri öğretmiştir. İşte, zekâtta namazdan sonra gelen büyük bir prensiptir.
Rabbimiz, hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Hayır yolunda her ne harcarsanız, Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe 39)
Bu ayet bize öğretiyor ki; zekât, malı eksiltmez, bilakis bereketlendirir ve ahiret azığına dönüştürür. Kişiyi dünyanın esiri olmaktan kurtarır, gerçek özgürlüğe ulaştırır.
Zekât, toplumsal barışın teminatıdır. Birlik ve beraberliği pekiştirir, kardeşliği güçlendirir. Cimrilik ve dünyevileşme gibi kötü huylardan arındırır. Mümini günahlardan temizler, Rabbinin rızasına ve mağfiretine kavuşturur. Peygamber Efendimiz (s.a.v), zekâtın bu özelliğini şöyle haber verir:
“Su, ateşi nasıl söndürüyorsa, zekât da günahları öylece silip yok eder.” (Tirmizî, Zekât, 28)
Ramazan ayı, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun en çok hissedildiği aydır. Zekât ve sadakalarımızla kazançlarımız bereketlensin, huzur ve sevinç yuvalarımıza dolsun, rahmet ve merhamet çevremizi sarsın. Yetim ve öksüzlerin sevincinde Allah’ın rızasını arayalım, muhtaç kardeşlerimizin duasında dünya ve ahiret mutluluğunu bulalım.
İnfakın da bir ahlakı olduğunu unutmayalım. Zekât ibadetini yerine getirirken nezaket ve zarafeti kuşanalım. Gerçek ihtiyaç sahiplerini araştırıp yardımlarımızı onlara ulaştırmaya devam edelim. Bazen rahmeti ve mağfireti uzak yerlerde ararken, yanı başımızdaki bir yetimin başını okşamak, bir fakir aileyi doyurmak veya bir ilim talebesine destek olmak bizi Allah katında daha değerli kılabilir.
Çoğu zaman cennete giden yolları yanlış yerlerde arıyoruz. Kimileri her sene umreye veya hacca gitmekle, kimileri ise sadece cami ve okul inşa etmekle cenneti elde edeceklerini sanıyorlar. Oysa Allah (c.c.), cenneti insanlara yatırım yaparak, mazlumlara el uzatarak ve yeryüzünde merhameti yayarak aramamız gerektiğini bildiriyor.
Yüce Rabbimiz (c.c.) kuranı Kerimde, Peygamberimiz sav. hadisi şeriflerinde zekâtın nasıl, ne kadar ve kimlere verilmesi gerektiğini açıkça belirlemişlerdir :
“Zekâtlar Allah’tan bir farz olmak üzere fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalbleri İslâm'a ısındırılacaklara verilir. Kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalmışların uğrunda harcanır...” (Tevbe:61) başka bir ayette şöyle buyurur:
“O takvâ sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcar, öfkelerini yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)
Bu ayetten anlaşıldığı üzere:
1. Takva sahipleri, bollukta da darlıkta da infakta bulunurlar.
2. Öfkelerini yutar ve affedici olurlar.
3. Karşılıksız iyilik yaparlar ve asla minnet etmezler.
Başka bir ayette ise şöyle buyrulmuştur:
“Mallarınızı Allah yolunda harcayın ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Bir de iyilik edin ve yaptığınızı güzel yapın. Doğrusu Allah, iyilik edenleri sever.” (Bakara, 195)
Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, infak ve merhametin olmadığı bir toplumda fitne, kargaşa ve düşmanlık hâkim olur. Toplumda kin, nefret ve öfke yaygınlaşır ve bunun sonucunda zulüm, soykırım, barbarlık ve ahlaki çöküntü meydana gelir.
İşte Ramazan, infak ve merhamet ayıdır. Cömertliğin, fakir, miskin ve yetimlerin gözetildiği mübarek bir aydır. Ramazan ayında yapılan her hayır ve hasenat, diğer aylara göre katbekat daha faziletlidir. Bu yüzden, eğer zekât, fitre ve sadakalarımızı vermemişsek, bu ayda en kısa sürede yerine getirelim.
Bir Müslüman, kıyamet gününde verdiği sadakaların gölgesinde olacaktır. Bugün verdiğimiz sadakalar, zekâtlar ve infaklar, ahiretteki konumumuzu belirleyecektir. Rabbimizin rızasına nail olabilmek için Ramazan’ı bir fırsat bilelim ve infakta bulunmaktan geri durmayalım. Selam ve dua ile…