BİŞAR İÇLİ
(Ekoloji Aktivisti)
17 Nisan, dünya çapında çiftçilerin ve köylü toplulukların onurlu direnişini ve adalet talebini selamladığımız bir gündür. Bu tarih, Brezilya’da toprak reformu için mücadele eden 19 çiftçinin katledilmesinin ardından, çiftçi hareketinin küresel bir sese dönüştüğü gündür.
Bugün, ekolojik yıkımın derinleştiği, iklim krizinin etkilerinin hayatın her alanını sarstığı bir dönemdeyiz. Kuraklık, seller, toprağın çoraklaşması, su varlıklarının tükenmesi ve biyoçeşitliliğin kaybı, sadece doğaya değil, toplumsal yaşama da büyük bir tehdit oluşturuyor. Gıda üretimi güvencesizleşiyor, suya erişim her geçen gün zorlaşıyor.
Ancak bu krizler, yalnızca doğanın dengesinin bozulmasından değil; uzun yıllardır sürdürülen yanlış politikalar ve piyasa odaklı tercihlerden kaynaklanıyor. Endüstriyel tarımın teşvik edilmesi, küçük üreticinin sistem dışına itilmesi, tarım arazilerinin ve su varlıklarının enerji projeleri, madenler ve betonlaşma uğruna feda edilmesi, bu yıkımın temel nedenlerindendir.
Bu koşullarda agroekoloji, yalnızca bir üretim biçimi değil; dayanışmaya, yerel bilgiye ve doğayla uyuma dayanan bütüncül bir yaşam savunusudur. Agroekoloji, gıda ve su güvencesini, iklim adaletini, toplumsal adaleti birlikte ele alır.
Su, yaşamın kaynağıdır. Nehirler, göller, yeraltı suları ve yağmur, hiçbir koşulda ticarileştirilemez. Bugün hem tarımsal üretimde hem de içme ve kullanımda suya erişim hakkı, şirketlerin ve büyük yatırımların baskısıyla kısıtlanmakta; köylüler susuz bırakılmaktadır. Su varlıklarına sahip çıkmak, yaşamın bütününe sahip çıkmaktır.
Yerel tohumlar, endüstriyel sistemin kontrol edemediği en güçlü direnç noktalarından biridir. Tohum hakkı, yaşam hakkıdır. Bu hakkı savunmak, çok uluslu şirketlerin patentli tohum politikalarına karşı açık bir duruştur. Bu savunma aynı zamanda bilgiye, hafızaya , kültüre ve tarihine sahip çıkmaktır.
Kadın çiftçiler, agroekolojik dönüşümün taşıyıcılarıdır. Ancak iklim krizi, ataerkil tarım yapıları ve sosyal politikalar en çok onları etkiliyor. Kadınların toprağa ve suya erişimi engelleniyor, bilgisi ve emeği görünmez kılınıyor. Bu nedenle kadınların öncülüğündeki çiftçi mücadelesi, aynı zamanda toplumsal cinsiyet adaletinin de mücadelesidir.
İklim kriziyle baş etmenin yolu; yerelleşmiş, topluluk temelli ve doğayla uyumlu üretim biçimlerinin yaygınlaştırılmasından geçer. Gıda ve suyu; sermayeye değil, halkın iradesine emanet eden politikalarla ancak iklim adaleti sağlanabilir.
Bizler;
* Yerel tohumlara, toprağa ve su varlıklarına sahip çıkıyoruz.
* İklim krizine karşı çözümün agroekoloji olduğunu biliyoruz.
* Kadınların, gençlerin ve küçük çiftçilerin karar alma süreçlerinin öznesi olması için mücadele ediyoruz.
* Gıda ve su hakkımızdan, toprağımızdan ve onurlu yaşamdan vazgeçmiyoruz.
Yereldeüret yerelde tüket.
İklim adaleti, su hakkı ve toplumsal adalet aynı mücadelenin parçalarıdır.
Toprağımızı, suyu, tohumu ve geleceğimizi savunmaya devam edeceğiz.
Yaşasın Agroekoloji!
Yaşasın Kadınların Çiftçi Mücadelesi!
Yaşasın Gıda ve Su Bağimsizligi!