DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantısında yaptığı konuşmada güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi:

BALIKESİR’DEKİ PATLAMADA YAŞAMINI YİTİRENLERİ ANIYORUM

“Gruba maalesef acı bir haberle başlayacağız. Bugün Balıkesir’de bir fabrikada patlama oldu. Patlamada 12 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Üzüntüyle bu haberi öğrendik. Yaşamını yitiren işçilere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyoruz. DEM Parti olarak bu olayın takipçisi olacağımızı belirtmek istiyorum.

BÜTÇEDE EMEĞİ VE EKMEĞİ SAVUNDUK

Yaklaşık iki hafta süren zorlu bir bütçe sürecini hep birlikte yaşadık. Bu süre boyunca, arkadaşlarımızla birlikte ekmeği ve emeği savunduk. Bütçe görüşmelerinde emeği geçen komisyonlarımıza, Meclis Grubumuza, milletvekillerimize ve birikimleriyle bize büyük katkı sunan danışman arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

HİÇ KİMSE GAZETECİLERİN GERÇEĞİ YAZMASINA ENGEL OLAMAYACAK

Kuzey ve Doğu Suriye’de gazetecilik yapan, görevi başındayken katledilen Cihan Bilgin ve Nazım Daştan’ı saygıyla anıyorum. Maalesef muhalif gazeteci olmanın, Kürtlerle ve emekçilerle dayanışmanın sonucu sadece dava ve tutuklama olmuyor; böylesi katliamlar da oluyor. Geçtiğimiz beş yıl içinde, başta Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Rojava’da olmak üzere toplam 13 gazeteci katledildi, 7 gazeteci de ağır yaralandı. Bu bir insanlık suçu değil mi? Bu insanlık suçunu işleyenleri kınıyorum. Yaşamını yitiren bütün gazeteci arkadaşları da saygıyla anıyorum. Gazetecileri katlederek gerçeklerin üzerini kimse örtemez. Nazımların ve Cihanların yoldaşları, onların kalemlerini ve fotoğraf makinelerini yarı yolda bırakmayacak.

HERKESİ GAZETECİ KATLİAMINA KARŞI SESİNİ DAHA GÜR ÇIKARMAYA DAVET EDİYORUM

Gazeteci katletmek neymiş? Yetmiyor, bir de bu insanlık suçuna karşı vicdanıyla duran herkese de gözdağı veriyorlar. Kaç gündür bu gazeteci katliamını eleştiren gazeteciler gözaltına alınıyor, haklarında dava açılıyor. Sanki gerçekleri onların keyfine göre yazmak gazetecilerin göreviymiş gibi yaklaşıyorlar. Herkesi gazeteci katliamına karşı sesini daha gür çıkarmaya, daha fazla söz söylemeye davet ediyorum. Türkiye’nin İHA'larıyla bu gazeteciler katledildi diyen gazetecilere ve barolara soruşturmalar açıldı. Gazeteciler katledilmesin diyen 7’si gazeteci 9 kişi tutuklandı. Gazetecileri, tutuklama ve baskıyla gerçeklerden vazgeçireceğini düşünenler yanılıyorlar. Eğer gazeteciler vazgeçselerdi, Apê Musalardan sonra vazgeçerlerdi. Dolayısıyla bizler bu beyhude suçu teşhir etmeye, iktidardan gazeteci katliamlarından dolayı hesap sormaya devam edeceğiz. Hiç kimse gazetecilerin gerçeği yazmasına, resmetmesine engel olamayacaktır.

YANDAŞ MEDYANIN BÜTÜN GÜNDEMİ MUHALEFET BELEDİYELERİNİN SGK BORCU

2024 bizler açısından mücadele dolu bir yıldı. 2024’te bu mücadeleye emek veren, alın teri döken 7’den 70’e bütün arkadaşlarıma, yoldaşlarıma teşekkür ediyorum. Geçen yıl Türkiye’de çok önemli gündemler yaşandı, çok önemli siyasi gelişmeler yaşandı. Bizler açısından geçen yılın özeti şuydu: Direndik, mücadele ettik, hak gasplarına izin vermedik. DEM Parti olarak halklara, emekçilere vermiş olduğumuz sözde durduk. Onların emeğinin hakkını, demokratik haklarını ve özgürlüklerini savunduk, savunmaya devam edeceğiz. Yerel seçimlerde halkın iradesini gasp edenlere karşı da büyük bir mücadele ortaya koyduk. Ancak bu irade gaspı artık sadece Kürt belediyeleriyle kalmıyor, farklı partilerin belediyelerine de sirayet etti. Sadece belediyelere kayyım atamakla da yetinmiyorlar. Muhalefet belediyelerini hizmet üretmesin diye SGK borcu diye bir şeyle engellemeye çalışıyorlar. Yandaşlardan tek kuruş vergi almıyorlar, yandaş belediyelerin SGK borçlarını tahsil etmiyorlar. Bunu bizzat yaşayanlardan birisi de benim. 2014’te belediyeyi aldığımız zaman devlet hiçbir vergisini tahsil etmemişti öncesinde. Biz belediyeyi kazandıktan sonra başladılar icralara ve vergi takibine. Bizim hizmet üretimimizi istemediler. Şimdi de muhalefet belediyelerini SGK borçlarıyla engellemeye çalışıyorlar. Sanki gençler ve aile fertleri her gün yoksulluktan dolayı intihar etmiyormuş gibi, sanki açlık ve yoksulluk yokmuş gibi yandaş medyanın bütün gündemi varsa yoksa SGK borçları! O borçlar ödenseymiş Türkiye bu halde olmayacakmış. Yalanınız batsın! Türkiye’nin gerçeklerini artık anlatmaya başlayın.

İKTİDAR ÜLKEYİ HAMASETLE DOYURMAYA ÇALIŞIYOR

Bizler bu çürümüş bitmiş rejime, halk iradesini yok sayan rejime karşı asla taviz vermeyeceğiz, mücadeleye devam edeceğiz. Kayyım gaspı ortadan kalkıncaya, yerel demokrasi sağlanıncaya kadar siyasi darbelerin karşısında duracağız. Bu kötülük ya bitecek ya bitecek, başka bir yolu yok! Yine 2024’ü ekonomik krizlerin halkın yaşamını derinden etkilediği bir yıl olarak yaşadık. Asgari ücret 17 bin lira, emekliler 12 bin lira maaş alıyor. Alım gücü bu aldıkları paranın yarısı oranındadır. İktidar, 2024 yılında ekonomi düzeliyor dedi. Ancak emekliler, iktidarın söylediğinin aksine 2024 yılını açlık ve sefalet yılı ilan etti ve doğrusu da oydu. İktidar dışarıda hamaset çığlıkları atarken, içeride açlık ve yoksulluğun her evin asıl gündemi olduğunun sanki farkında değil. Hamasetle karın doymuyor, hamasetle çocuğa süt ve mama alınmıyor. Hamaset ev kirasını ödemiyor, hamaset yoksulluğu gidermiyor. İktidar ülkeyi hamasetle doyurmaya çalışıyor.

YANDAŞ SERMAYENİN DURUMUNA BAKARAK TÜRKİYE’NİN GERÇEK FOTOĞRAFINI GÖREMEZSİNİZ

2024 yılı resmen iflas bayrağı çekme yılı oldu. 20 binden fazla şirket iflas etti. On binlerce, yüz binlerce esnaf siftah yapmadan günü kapatmak zorunda kaldı. 2024 yılında 2 fotoğraf ortaya çıktı: Biri iktidarın politikalarıyla krizi fırsata çeviren ve zenginleşen küçük bir azınlığın fotoğrafı. Diğeri milyonların çektiği açlık ve sefaletin fotoğrafı. Bu iktidar, zenginlerin fotoğrafına bakarak ekonominin düzeldiğini söylüyor. Yandaş sermayeye bakınca tabii ki ekonomide sorun görmez. Onların yaşadığı zevke, sefaya ve şatafata bakınca tabii ki Türkiye’de ekonomik kriz yok dersin. Ama bir de yoksulun fotoğrafına bakın. Askıda ekmeğin peşinde olan ailelerin fotoğrafına bakın. Üç kuruş sosyal yardım almak için dizilen milyonların fotoğrafına bakın. Çürük sebze ve meyve kuyruklarına bakın. Asıl Türkiye’nin fotoğrafı budur. Yandaş sermayenin durumuna bakarak Türkiye’nin gerçek fotoğrafını göremezsiniz. Görmek istemiyorsunuz ama emekçiler bu fotoğrafı inşallah bir gün size gösterecek.

2025 BÜTÇESİ FAİZ LOBİLERİNİN, SERMAYENİN VE SAVAŞ BARONLARININ BÜTÇESİDİR

Cumhurbaşkanı, perişan ve yoksul haldeki milyonlarca insana sabır diliyor. Bir zahmet bu sabrı biraz sermayeye de dile. İhalelerle zengin ettiğin yandaş sermaye de biraz sabretsin. Asgari ücretliye ve emekliye sabır, sermayeye sefahat dileyip duruyor iktidar. Cumhurbaşkanı Erdoğan dün kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada 2025 Bütçesinin halkın bütçesi olduğunu iddia etti. Ancak bütçenin bütününe bakıldığında gerçeğin böyle olmadığı açık. Sizlere soruyorum, gerçekten 2025 Bütçesi halkın bütçesi mi, emekçinin bütçesi mi? 2025 Bütçesi halkın bütçesi değildir; faiz lobilerinin, savaşın, sermayenin bütçesidir. Bütçeden faiz lobilerine 1 trilyon 950 milyar lira, savaş baronlarına 1 trilyon 608 milyar lira ve vergi harcaması adı altında sermayeye 3 trilyon lira kaynak ayırdınız. Sadece bu 3 kaleme 6 trilyon 563 milyar lira harcanmış. Şimdi bu bütçe halkın ve emekçinin bütçesidir diyebilir misiniz? Olsa olsa savaş baronlarının bütçesi olur.

MİLYONLARCA ASGARİ ÜCRETLİYE SADAKA DEĞİL İNSANCA YAŞAYABİLECEKLERİ BİR ÜCRET VERİLSİN

Bu bütçenin emekçinin ve yoksulun bütçesi olmadığının en büyük kanıtı her gün onlarca gencin, kadının, insanın intihar ederek yaşamını yitirmesidir. Daha geçen gün Pendik’te 80 yaşında bir kadının kendisini denize atarak intihar ettiğini gördük. Siz gerçekten bu iktidarın, bu iktidara bağlı medyanın bir gün bu intiharlardan söz ettiğini, bir gün bu intiharları dert ettiğini duydunuz mu? Dert etmediler. Çünkü onların derdi, intihar eden emekçiler ve yoksullar değil; onların derdi biz değiliz. Şimdi asgari ücret görüşmeleri devam ediyor. Sanki loto-toto oynuyorlar. 23 mü olsun, 25 mi olsun? 25 yeter diyenler var, fazla diyenler var. Asgari ücret görüşmeleri devam ederken iktidara çağrıda bulunuyoruz: Artık biraz da sermaye ve zenginler sabretsin. Milyonlarca asgari ücretliye, çalışana sadaka değil insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilsin. Artık emekçilerin hakkını teslim edin. Asgari ücret insanca yaşanır bir noktaya gelinceye kadar bizler bu mücadeleyi devam ettireceğiz.

EKONOMİDE ADALET OLMAZSA TOPLUMSAL BARIŞ DA OLMAZ

Bu sefalet, açlık ve yoksulluk yılına karşı, DEM Parti olarak Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında neredeyse Türkiye’de görüşmediğimiz sınıf bırakmadık. Emekçilerle, gençlerle, kadınlarla, asgari ücretlilerle, ekolojistler, feministlerle, Türkiye’nin birçok kentinde birçok kesimle bir araya geldik. Bu çalışmaları yürütürken, insanlarımızın nasıl bir yoksulluk ve sefalet içerisinde olduğunu gördük. Bu ziyaretlerimizde de sonrasında bu kürsülerde defalarca dile getirdik. Biz bu ziyaretleri yaparken emekçiler ve işçiler direniyordu, haklarını arıyordu, grev yapıyordu. İşçi sınıfının her direnişi, bu ülkede adalet ve demokrasinin gelmesi için büyük bir adımdır. İşçi ve emekçiler hakkını arıyorsa ülkeyi değiştirip dönüştürebiliriz. Savaş baronlarına ve faiz lobilerine çalışan bu iktidarı ve onun yaptığı bütçeyi o zaman boşa çıkarabiliriz. Emekçilerin hak talepleri ile halkların ve inançların hak talepleri birbirini besler büyütür ve Türkiye’yi demokratikleştirir. Bir tarafta işçiler ve emekçiler, diğer tarafta inancı yok sayılanlar ve halklar birlikte emeğinin hakkını, demokrasi ve özgürlük hakkını ararsa bu ülkeyi demokratikleştirebiliriz. Sistemin en büyük korkusu da budur. İşçinin, emekçinin, Alevi’nin, Kürt’ün, yoksulun ve ezilenin bir araya gelmesini istemiyorlar. Eğer iktidarın bu politikalarından rahatsızsak, bugünden tezi yok, işçinin hakkını, Kürt’ün demokrasi hakkını, Alevi’nin inanç hakkını ve diğer halkların haklarını savunmamız gerekiyor. Aksi halde, iktidar bu biçimde devam edecektir. Emekçinin hak talepleri çok kıymetlidir. En başında beri milletvekillerimizle birlikte her fabrikada, her direnişte, her grevdeydik. Bundan sonra da böyle yapmaya devam edeceğiz. Biz de emekçiler ve ezilenlerle birlikte ekonomik adalet talebimizi öne çıkardık. Ekonomide adalet olmazsa toplumsal barış da olmaz dedik. Ekonomik adalet için sürekli çözümler önermeye devam ettik.

2024 YILI DEM PARTİ İÇİN MÜCADELE, DAYANIŞMA VE UMUT YILI OLDU

Meclis’teki arkadaşlarımızın verdikleri önergelerden, yaptıkları konuşmalardan da bunu görürsünüz. 2024’te sadece bunları yapmadık, aynı zamanda özgürlük yürüyüşleri de yaptık. Hak, adalet ve özgürlük için de yürüdük. Halklarımızla bir araya geldik. Kadın, gençlik ve emekçi hareketleriyle birlikte olduk. Ayrımcılığa ve baskı politikalarına karşı sokaklarda olduk. Halklarımızın sesi ve soluğu olduk, birlikte mücadele ettik, cop yedik, gaz yedik ama vazgeçmedik. Kürt meselesinin çözümü için de partimiz elinden gelen bütün çabayı, bütün mücadeleyi ortaya koydu. Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt meselesinin çözümden geçtiğini tekrar tekrar söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Kısacası 2024 yılı, DEM Parti için mücadele, dayanışma ve umut yılı olmaya devam etti. Bu umudu büyüten siz değerli halklarımıza teşekkürlerimi sunuyorum. Halkın adalet, barış ve özgürlük taleplerine yanıt vermek üzere attığımız adımlar geleceğe olan inancımızı daha da büyüttü. Yeni yılda aynı kararlılıkla yürüyeceğimizin sözünü bir kez daha sizin huzurunuzda yinelemek istiyorum.

İKTİDARI ORTADOĞU'DA GERÇEKLER ÜZERİNE TEFEKKÜR ETMEYE ÇAĞIRIYORUZ

Suriye’deki Baas rejiminin çökmesiyle birlikte sadece Suriye’de değil Ortadoğu’da da yeni bir döneme girdiğimiz apaçık ortadadır. Afrika boynuzundan Lübnan’a, Irak’a, İran’a, Afganistan’a kadar jeopolitik manzarayı yeniden şekillendirecek bir süreçle karşı karşıyayız. Suriye’deki rejim değişikliğinden sonra küresel ve bölgesel güçlerin spot ışıkları Irak’a çevrilmiş durumda. Belli ki önümüzdeki dönem Irak’a bir yönelim olacak. Yemen ilk müdahale edilecek yerlerin başında gösteriliyor. Bunun dışında Lübnan, Libya ve İran için de senaryolar hazırlanıyor. Suriye savaşı bir kez daha gösterdi ki demokrasisi, iç barışı ve toplumsal barışı olmayan, emekçinin hakkını ve hukukunu alamadığı ülkeler işte böyle tehdit ve tehlike altındadır. Böyle ülkelerin ayakta kalma şansı her geçen gün gittikçe zayıflıyor. Suriye’de barışa giden yol Şam’dan, Kobanî’den, Halep’ten, Lazkiye’den, Suveyda’dan geçer. Çözümün adresi dışarıdan gelecek müdahaleler değil Suriye’nin kendi halklarıdır. Sünnilerdir, Araplardır, Alevilerdir, Kürtlerdir, Dürzilerdir, Türkmenlerdir, Çerkeslerdir, Süryanilerdir. Suriye, Suriyelerindir; kimsenin Suriye’de başka bir hesap yapmasına ihtiyaç yok. Çözümü Suriye'de aramak gerekiyor, Suriye’de görmek gerekiyor. Bir Arap atasözü der ki: “Eğer sevinciniz bittiyse, hemen ardından tefekkür etme zamanıdır”. İçeriyi konsolide etmek, ekonomik krizi örtmek, Kürt düşmanlığına yeni bir zemin yaratmak için Halep’te çaldığı Mehter Marşı durduysa, iktidarı Ortadoğu'da gerçekler üzerine tefekkür etmeye çağırıyoruz.

İKTİDAR BİLSİN Kİ BETON VE SİLAH İHRAÇ EDEREK SURİYE'DE İSTİKRARI VE HUZURU SAĞLAYAMAZ

Suriye’de durum hala kaos halindeyken Türkiye ne yapıyor, ne yapmalı? Bu konudaki görüşlerimizi de sizlerle paylaşmak istiyoruz. İç savaşta büyük bir yıkıma uğrayan komşu ülke Suriye’nin yaralarının sarılması ve ülkemizdeki mültecilerin gönüllü bir şekilde kendi yurtlarına dönmesi için Türkiye'ye büyük bir sorumluluk düşüyor. Bu konuda iktidarın atacağı bütün adımlara destek sunacağımızı belirtmek istiyorum. Ancak 14 yıllık savaş sürecinde olduğu gibi, Suriye halkının iradesini yok sayan, orada yaşayan halklara ve inançlara yönelik dışlayıcı tutum ve politikaları da asla kabul etmeyeceğiz. Bakın, iktidar bugün Suriye'ye beton ve silah ihraç ediyor. Başka ihraç ettiği bir şey yok. İktidar bilsin ki beton ve silah ihraç ederek Suriye'de istikrarı ve huzuru sağlayamaz; aksine Suriye’yi Lübnanlaştırır, Libyalaştırır. Libya olmasına, Lübnan olmasına sebebiyet verir.

SURİYE’DE STATÜKOYU SAVUNAN TEK DEVLET TÜRKİYE’DİR

Suriye’de kaos ve belirsizlik büyük ama net olan bir şey var. Suriyeliler kendileri için hiçbir hak ve hukukun olmadığı 2011 yılı öncesine artık dönmek istemiyor, 2011 öncesini artık kabul etmek istemiyor. Devletin başı değişecek ama geriye kalan her şey aynı kalacak dayatmasını kimse kabul etmez. Bunu başta Türkiye olmak üzere bütün bölge ülkeleri iyi bir şekilde artık idrak etmelidir. Bugün Suriye’de statükoyu savunan tek bir devlet var; hepiniz tahmin ediyorsunuz, o da Türkiye. Yıllarca savaş verildi, yakılıp yıkıldı, yeni bir sistem ve yönetim oluşacak ama Türkiye oraya statüko dayatıyor. Suriye’de Aleviler, Dürziler ve Hıristiyanlar başta olmak üzere herkesin can ve mal güvenliği, kimlik hakları garanti altına alınmalıdır. Bunu garantiye alacak bir denklem hayata geçirilmelidir. Suriye’de yaşayan tüm halklar ve inançlara yönelik olası katliamların önüne geçilmelidir. Hem Suriye’de hem de Türkiye’de olmak üzere sosyal medyada Baas rejiminin bütün günahlarını oradaki Alevilere yıkan ve onları tehdit eden yaklaşımlar var. İktidarlar bu konuda görev ve sorumluluk almalıdır. Bu tehdit söylemleri karşısında harekete geçmelidir. Yoksa ortaya çıkacak bütün olumsuzluklardan iktidarların kendisini kusurlu ve suçlu göreceğiz.

ORTADOĞU’NUN EN İSTİKRARLI BÖLGESİ KUZEY VE DOĞU SURİYE’DİR; ÇETELERLE ORADAKİ HALKLARIN GELECEĞİNE KAST ETMEYİN

Türkiye bir yandan bu yüz ölçümüyle yetinmemeliyiz diyor. Bir taraftan ellerinde çubuklarla haritaları büyütüyorlar, Mekke’ye ve Şam’a başka yerleşim yerlerine plaka numaraları veriyorlar; bir taraftan da utanmadan Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduklarını söylüyorlar. Bu ne yaman çelişki! Hangisi doğru? Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanaysanız, kentlere plaka vermek neyin nesi? Bu da yetmiyormuş gibi bir de SMO gibi paramiliter güçlerin, paralı lejyonerlerin Suriye’nin en istikrarlı bölgesi olan Kuzey ve Doğu Suriye’ye, Rojava’ya saldırılar düzenlenmesine sebebiyet veriyor. Suriye’nin en istikrarlı bölgesini hedef alıyor. Kuzey ve Doğu Suriye sadece Suriye’nin mi en istikrarlı bölgesidir? Emin olun ki Ortadoğu’nun en istikrarlı bölgesi Rojava’dır, Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Sürekli orada bir tehdit varmış gibi yansıtılıyor. Yahu, elinizi vicdanınıza koyun, Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinden buraya tek bir çakıl taşı atıldığını gören oldu mu? Yok. Ama işte iktidar öyle bir algı yaratmaya çalışıyor. Çağrılarımızı tekrar ediyoruz: Suriye halklarının geleceğiyle oynamayın. Kuzey ve Doğu Suriye'deki istikrarı bozmak için paralı lejyonerlerle, SMO gibi dünyanın dört bir tarafından toplanmış çetelerle oradaki halkların geleceğine kastetmeyin.

BİZ İÇ BARIŞIMIZI TESİS EDELİM DEDİKÇE, SİZ BARIŞA GİDEN YOLU DİNAMİTLİYORSUNUZ

Sayın Erdoğan, “Halep ve Şam tarihsel olarak etki alanımızda” diyor. Yani diyor ki tarihi bir gönül ve duygu bağımız var. Peki, aynı gönül bağı neden Suriye’deki Kürtler ile yok? 30 milyon Kürt Türkiye’de yaşıyor. Tabii ki oradaki insanlarla gönül bağı kıymetlidir, olsun. Ancak siz sormaz mısınız, Bursa’daki seyda sormaz mı niye Kürtlerle gönül bağının olmadığını? “Kürt ne yapmış sana?” sorusunu insanlarımız soruyor, sormaya devam ediyor. Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürt’ün sınırın öte tarafındaki kardeşleriyle gönül ve duygu bağı yok mu, Sayın Erdoğan? Oraya attığınız her bombanın Türkiye’deki Kürtlerin yüreğinde infilak ettiğinin farkında değil misiniz? Bunu ne zaman göreceksiniz? Aynı evin bir odası Nusaybin’de, bir odası Qamişlo’dadır; siz araya sınır çekmişsiniz. Bunu bilmiyor musunuz, görmüyor musunuz? Bunu biz anlata anlata yorulduk. Biz iç barışımızı tesis edelim dedikçe, siz barışa giden yolu dinamitliyorsunuz. Tekrar ediyorum: Türkiye’de iç barış, sınırın öte tarafında Kürtlerle savaş olmaz! Bunu kimse kabul etmez. Bunu Kürtler, Türkiyeli emekçiler, Türkiye halkları kabul etmez. Bu yanılgıdan bir an önce çıkın lütfen. Amed, Urfa, Van bizim için neyse, Qamişlo, Kobanî ve Hesekê de odur. Artık bu gerçeği, bu doğruyu görün! Bu meseleye yanlış yaklaşırsanız yanılırsınız, yanlış yaparsınız ki 50 yıldır zaten böyle yapıyorsunuz.

ROJAVA HALKI İLACA, SUYA VE GIDA MADDESİNE İHTİYAÇ DUYARKEN SEMALKA KAPISI NEDEN KAPALI?

Son günlerde bunun yanında yapılan ulusal birlik çağrıları var. Bu çağrıları önemsiyoruz. Özellikle bu süreçte Kürt ulusal birliği tarihsel önemdedir. Hiç kimse aşiret, aile partisini ulusal birliğin önüne koymamalıdır. Ortadoğu’da rejimler yıkılırken, Ortadoğu yeniden şekillenirken; Kürtlerin kendi partisine, kendi çevresine sınırlar çizerek diğer Kürtlerin yaşadıkları konusunda duyarsız kalmasını Kürtler affetmez, kabul etmez. 100 yıl önce yapılan hatalara hiçbir Kürt artık zemin olmamalıdır. DEM Parti olarak Kürtlerin demokratik ulusal birliği konusunda üzerimize düşen her sorumluluğu yerine getirmeye hazırız. Bir heyetimiz şu anda Hewler’de görüşmelerde bulunuyor. Ulusal birliğin sağlanması önünde çok onarıcı adımlar hemen atılabilir. Rojava halkı tehdit altındayken, ilaca, suya ve gıda maddesine ihtiyaç duyarken Semalka Kapısı neden kapalı? Kürtler bunu sormuyor mu sanıyor Federe Kürdistan Bölgesindeki kimi partiler, kimi parti liderleri? Derhal Semalka Kapısını açın. Ulusal birlik önündeki en büyük engellerden biri de budur. Birliğin önündeki kapıyı kapatmayın; köprüyü açın, o köprüyü kuralım birlikte.

PYD VE SDG BAHANESİ YALANDIR; TÜRKİYE, SURİYE’DE DE 1925’TEN BERİ KÜRT DÜŞMANLIĞI YAPIYOR

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar topluma sürekli bir düşman gösterildi. Yeri geldi komünizm düşman gösterildi, yeri geldi İslamcılar düşman gösterildi ama değişmeyen tek düşman her seferinde yeniden güncellenerek Kürtler oldu. Bu korku ve paranoyanın tarihsel örnekleri de var. Bir tarihsel örnekle bu Kürt düşmanlığını anlatmak istiyorum. Suriye’de Kürtlere yönelik raporlar aslında 1925 yılından itibaren Türkiye devletine geliyordu. Son Halep valisi aynı zamanda Çankırı milletvekili olan Abdülhamit Renda’nın sunduğu rapor buna örnektir. Abdülhamit Renda yolladığı raporlarda şunu söylüyor: Suriye Kürtleri yerinden edilmelidir, Fırat'ın batısına da geçmemelidir. Bakın o dönemde, 1925’te bahane edilecek bir PYD yok, SDG yok. Demek ki dünden bugüne dipdiri tutulan bir Kürt düşmanlığı varmış. Meğer PYD bahanesi yalanmış, SDG bahanesi yalanmış. 1925’ten beri aynı politikaları izliyorlarmış. Peki, bu ne kazandırdı Türkiye’ye? Hiçbir şey.

BAKAN ŞAM’A 5 SAAT ARAÇLA YOL GİTTİĞİNE GÖRE DEMEK Kİ ORADA TÜRKİYE’YE KARŞI BİR GÜVENLİK TEHDİDİ YOK

Suriye’de şu anda 4 milyona yakın Kürt yaşıyor. Duydunuz mu Kürtlerin Türkiye rejimine karşı herhangi bir olumsuz ajandalarının olduğunu? Ben duymadım. Siyaset yapıyorum yıllardır. Peki, Türkiye yönetimine, Türkiye’deki yaşama ilişkin bir itirazlarını duydunuz mu? Yok! Peki, bir saldırı oldu mu şimdiye kadar? Olmadı, olmayacak da. Suriye’de Kürtler yıllardır kimliklerinin ve dillerinin tanınması için mücadele yürütüyor. Size ne var? Ama günlerdir Ankara’da yükselen ses, Kürt gün yüzünü görmesin, Kürt hakkına kavuşmasın, Kürt bir yüzyıl daha bedbaht yaşasın biçimindedir. Peki, Kürtler ne diyor? Tam da bizim dediğimizi diyor. “Biz düşman değiliz, biz tehdit değiliz, biz güvenlik tehdidi değiliz. Biz tarihin en kritik kavşaklarında ittifak yaparak kazandık. Önümüzdeki dönemi de ittifak yaparak kazanabiliriz” diyor Kürtler. “Kürt’ün varlığı Türk’ün varlığıyla, Türk’ün varlığı Kürt’ün varlığıyla güçlenir” diyor Kürtler. Biz bunları diyoruz ama kime diyoruz. Bütün bu olumlu düşünce ve yaklaşımlarımıza karşı, yok sayan, yok etmeye uğraşan ve statü elde etmesin diye bütün ekonomisini, enerjisini ve diplomasisini piyasaya ortaya döken bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Bunun sonuç almayacağını belirtmek istiyorum. Bu, Türkiye’ye 100 yıl kaybettirdi, bir 100 yılı daha kaybettirmemelidir. Hepinizin huzurunda bir çağrıda ve teklifte bulunmak istiyorum: Geçen gün önce MİT Başkanı Suriye’ye gitti, hemen peşinden de Dışişleri Bakanı beş saat araç yolculuğuyla Şam’a gitti. Beş saat araçla yol gidildiğine göre iktidar temsilcilerinin dediği gibi orada güvenlik sorunu yok. Dışişleri Bakanı beş saat yolculuk yapıyor ve hiçbir şeyle karşılaşmıyor. Buradan Van’a gidince on defa arama noktası var. Yani Suriye buradan daha iyiymiş demek ki! Diyalog ve ortaklaşma zeminini güçlendirmek için Şam’a gittiklerini söylüyorlar. İyi. Sayın Kalın, Sayın Fidan Kobanî’ye de ortaklaşma zeminini güçlendirmek için gitsenize.

KUZEY VE DOĞU SURİYE YÖNETİMİYLE NİYE YÜZ YÜZE GÖRÜŞMÜYORSUNUZ?

Oraya kendileri gitmiyor ama SİHA’larını gönderiyorlar. Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimiyle niye yüz yüze görüşmüyorsunuz? Niye oraya gitmiyorsunuz? Niye orayla diplomatik faaliyetler geliştirmiyorsunuz? Oraya da gazetecileri katletmek için İHA’ları gönderiyorlar. Suriye ameliyat masası değil! Artık Kürt inkarından vazgeçin. Bu savaş politikalarından vazgeçin. Bırakın insanlar kendi ülkelerinde kendi emekleriyle, o ülke dinamikleriyle oluşturdukları sistem içerisinde huzurluca yaşasınlar. Peki, biraz vicdanı olan bir Kürt bunu nasıl kabul eder? Kobanî’ye SİHA, Kuzey ve Doğu Suriye’ye İHA gönderiyor; Şam’a tarihi ilişkileri ve diyalogu güçlendirmek için gidiyor. Başta AKP olmak üzere, bizim dışımızda siyaset yapan pek çok partinin üst düzey yöneticileri de bundan memnun değil ama korkuyorlar. Tarihin bu kavşağında korkmanızı çocuklarınız ve torunlarınız affetmez. O yüzden korkmayın. Kendi partiniz içinde Kobanî’ye de Kuzey ve Doğu Suriye'ye de gidin deyin. Bunu derseniz, insanlık gelecekte sizi olumlu bir şekilde anar.

BM’YE ÜYE 205 ÜLKE İÇİNDE TÜRKİYE DIŞINDA KÜRTLERİN HAKLARINA KARŞI OLAN YOK

Evet biz çağrı yapıyoruz: Buyurun Suruç’un öte yanında Kobanî var, Nusaybin'in öte yanında Qamişlo var. Hem de öyle beş saat gitmenize gerek yok. Bu taraftan bağırsanız sesiniz duyulur. On dakikada Nusaybin’den Qamişlo’ya geçebilirsiniz. Oradaki yönetimle, oradaki halklarla konuşun.

BM’de yaklaşık 205 ülke var. Bu 205 ülke içinde Türkiye’nin dışında hiç kimse Suriye’de Kürtlerin haklarına karşı değil. Yani 204 ülke, Kürtler demokratik haklarını alsın diyor. Sadece Türkiye, Kürtlere hak yok, hukuk yok, statü yok diyor. 204 ülke Kürtlerin demokratik mücadelesine saygı gösteriyor. 204 ülke, IŞİD belasını def eden o örgü saçlı direnişçi yiğit Kürt kadına sempatiyle bakıyor ama bizimkiler “terörist” diyor, teröristan diyor. Ne diyelim, Allah akıl fikir versin! Herkes düz yoldan giderken, bir araç tek başına ters şeride girmiş ve ben haklıyım diyor. Kimin haklı olduğunu tarih gösterecek. Tüm dünyada bir tek Türkiye, Kürt halkının haklarına savaş ilan ediyor, tehditler savuruyor. Tablo bu kadar netken, kimse bize terör parantezi açmasın, “Kürt düşmanlığı değil” demesin. Bu yaptıklarınızı toplum da Kürt düşmanlığı olarak okuyor. Siz bunları yaptıkça da böyle okumaya devam edecek.

KÜRT SORUNUNU ANKARA’DA ÇÖZMEYİP SINIR DIŞINA TAŞIMAK KENDİ ÇÖZÜMÜNÜ DE KAÇIRMAK OLUR

Fizikte bir kural vardır; hacim genişledikçe merkezden uzaklaşılır. Bunu siyasete uyguladığımızda da sonuçların tarih boyunca hiçbir devlete katkı sağlamadığını çeşitli örneklerle gördük. Birçok tarihsel örnek mevcuttur. Hepsine bakıp dersler almak lazım. Kendi sorunlarını bırakıp başka yerlerde sorunlar yaratırsanız, bumerang gibi gelip sizi vurur. Bu yayılmacı anlayış hem iç barışı zehirler hem düşmanlık üretir hem de ekonomiyi çökertir. Yayılmacı heveslerin sonu açlık ve yoksulluktur, felakettir. Bundan vazgeçin. Ankara’da Kürt sorununu çözmeyip sınır dışına çıkarmak, kendi çözümünü de kaçırmak anlamına gelmez mi? 50 yıldır deniyorsunuz, bir faydasını görseydiniz eyvallah. Olmadı o 50 yıllık politikalar. Artık dünya değişiyor, siz de değişin. Bu vesileyle buradan açık bir şekilde şunları ifade etmek istiyorum. Ellerinde çekpaslarla ve çubuklarla ekranlarda çizgi çizen, halkları düşman ilan eden, vicdan sahibi insanları ve demokrasiyi hedef gösteren tüm kirli zihniyetleri bir kez daha huzurunuzda kınıyorum. Siz de kınayın, siz de reddedin. Hep birlikte reddedelim. Eğer gerçekten bir çıkış yolu arıyorsak, çekpas saplarıyla haritalar çizip Kürt düşmanlığını topluma yaymaya çalışanlar karşısında hakikati savunalım. Birlikte kar topu misali gerçekleri savunarak bu ülkeyi demokratik bir zemine çekelim.

2025’İN BARIŞIN YILI OLMASI İÇİN MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİZ

2025 yılı halkların yılı olsun istiyoruz. 21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanıyor. Yeni döneme sorunlarla değil çözümlerle ve demokrasiyle girelim. Gerilimlerle girmeyelim. Toplumun en büyük arzusu barıştır. DEM Parti olarak 2025’i barışın yılı yapmak için hep birlikte çalışacağız. Barışın önündeki engelleri birlikte kaldıracağız. Bu birliktelik eminim o engelleri kaldıracak güce sahiptir. Yine İmralı görüşmelerinin yeniden başlaması ve tecridin son bulması için mücadele etmek, barışa olan inancımızın bir gereğidir. İmralı’daki tecrit kaldırılırsa barışa katkı sunacak, barışa vesile olacak. Buna inanıyoruz. İmralı, siyasetin şiddet ve çatışmadan hukuki zemine geçeceği yerdir. Milyonlarca insanın inancı da budur. İmralı görüşmelerini zamana yaymak, keyfi davranmak doğru değildir. Toplum nezdinde bu, çözüm ve diyalogdan kaçmak gibi okunur. Bu fırsatçı eğilimlere tenezzül etmeyin. Sayın Öcalan’ın “Zemin sunulursa katkı yaparım” dediği günden beri bu zemin içeride ve dışarıda baltalanıyor. İkinci bir görüşmenin yapılması, tecridin kaldırılması, Sayın Öcalan’ın koşullarının oluşturulması ısrarla gerçekleştirilmiyor. Her seferinde bir bahane üretiyorlar, her seferinde sonraki günleri işaret ediyorlar.

2025’TE UMUT DOLU YARINLAR İÇİN DAHA YOĞUN BİR ÇALIŞMA İÇİNDE OLACAĞIZ

Açıkça soruyoruz: Nedir derdiniz gerçekten? Siz çözümden, barıştan ve demokrasiden yana mısınız, değil misiniz? Hep siz soruyorsunuz bir de biz soralım. Nedir derdiniz? Çözümse, barışsa, onlar da haklı tabi. Çünkü çözüm ve barış gelirse bu karanlık düzen, üzerinde durdukları halı altlarından çekilecek, gerçekler ortaya çıkacak. Bunun korkusunu yaşıyorlar. Bakın, Sayın Öcalan’ın mesajlarıyla milyonlar alanlara aktı. 2013-15 yıllarını çok iyi hatırlayalım. Kanın nasıl durduğunu, umudun nasıl büyüdüğünü hep beraber yaşayarak gördük. İmralı'nın kapılarını açın; 2025’in barış, özgürlük, demokrasi ve umut yılı olmasının önünü açın. Bizler barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin bu ülkeye hakim olması için en önemli gücün halklar ve emekçiler olduğuna inanıyoruz.

DEM PARTİ SADECE SORUNLARI KONUŞAN DEĞİL, ÇÖZÜMLERİ HAYATA GEÇİREN BİR SİYASİ İRADE OLACAKTIR

Halklar ve emekçiler olarak da elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağız. Türkiye’nin barışını örgütlenerek, büyüyerek ve güçlenerek sağlayacağımızın farkındayız. Bunun için önümüzdeki günler de emekçiler, yoksullar, ezilenler, halklar ve inançlarla daha fazla bir araya gelmek, ittifakları daha fazla büyütmekle geçecektir. DEM Parti sadece sorunları konuşan değil, çözümleri hayata geçiren bir siyasi irade olacaktır. Ekonomi için adil düzen, toplum için adalet, geleceğimiz için barış demeye devam edeceğiz. Toplumsal yapılarla, bütün kesimlerle, ezilenlerle daha fazla birlikte olacak; omuz omuza durmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Siz de bilirsiniz ki örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez. Tarihte bunun örnekleri de var. 2025 yılında daha güçlü bir mücadele ve umut dolu yarınlar için parti olarak çok yoğun bir çalışma içinde olacağımızı belirtiyor; şimdiden Türkiye halklarının, bütün inançların ve emekçilerin yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın ülkemize barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini temenni ediyorum.”

Kaynak: HABER MERKEZİ