Hakikatte ubudiyetin zirvesi, Allah’ı anmakta saklıdır. Şayet Kur’ân-ı Kerîm’e ve Peygamber’in sünnetine bakarsak, bu gerçeği görebiliriz. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Artık siz Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin!" (Bakara: 152)
Bu ayette Rabbimiz biz kullarına “Beni anın ki Ben de sizi anayım.” buyurmaktadır. Ne müthiştir ki bizler, zayıf kullar olarak, her şeyi gören, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah Teâlâ’yı andığımızda, O da bizi anıyor. Bizler şükrettiğimizde O nimetlerini artırıyor, kulluk görevimizi yerine getirdiğimizde bizlerden razı oluyor ve bizleri seviyor.
En hayırlı amelin Allah’ı zikretmek olduğu, zikrin altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla savaşmaktan bile üstün sayıldığı kaydedilmiştir (Tirmizî, “Daʿavât”, 6; İbn Mâce, “Edeb”, 53).
Ayrıca, zikir maksadıyla bir insan namaz kılıyor, zekât veriyor, hac yapıyor ve Allah yolunda kâfirlerle savaşıyor olabilir. Ancak bu kişi Allah’ı anmıyorsa, Allah anıldığında kalbi çarpmıyorsa ve ibadetlerini gaflet içinde yapıyorsa, bu ibadetlerin hiçbir anlamı ve sahibine de bir faydası yoktur. Namazı namaz yapan, orucu oruç yapan, zekâtı zekât yapan ve diğer ibadetleri de anlamlandıran şey, zikir ve tefekkürdür.
Yüce Allah, akıl sahiplerinin sürekli O’nu anıp tefekkür etmelerini şöyle bildirir:
"O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken daima Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: 'Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!' derler." (Âl-i İmrân: 191)
Bu ayet göstermektedir ki hiçbir an zikirden ve tefekkürden uzak durulmaz. Zikir ve tefekkürden uzak olanlar, günah bataklığına her an batabilirler. Allah’ın beraberliğini hissetmeyenler, şeytanın tuzaklarına her an düşebilirler.
Kudsi bir hadiste Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ben kulumun her zaman yanındayım. Beni zikrederken de onunla beraberim. O beni gönlünden zikrederse, ben de onu nefsimde zikrederim. Beni bir cemaat içinde zikrederse, ben onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım; bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim." (Müslim, 48/21)
Bizi zikre ve tefekküre sevk eden sebepler vardır. Bunlardan biri kâinat kitabını okumak, diğeri ise insanın kendi nefsinde düşünmesidir. Kur’ân üzerine düşünmek, Allah’ın verdiği nimetleri tefekkür etmek, zikre sevk eder. Ve sürekli Allah’ı dil ve kalp ile zikretmek gerekir.
Allah’ı zikreden bir kul ile O’nu zikretmeyen bir kulun misali, diri bir insan ile ölü bir insana benzer. Ashab-ı kiramdan bir sahabe Peygamberimize (s.a.v.) sordu:
"Ey Allah’ın Rasûlü! Allah katında en sevimli amel hangisidir?"
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sen ölmeden önce dilin Allah’ı anmakla meşgul olsun."
Başka bir adam da sordu:
"Ey Allah’ın Rasûlü! İslam hükümleri çoğaldı, benim tutunacağım bir hüküm söyle."
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Durmadan Allah’ı zikret ve Allah’ı unutma. Çünkü Allah’ın zikri gibi hiçbir şey yoktur."
İbn Mes’ûd (r.a.)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rahmân’ın hazinelerinden bazı örnekler şöyle verilmiştir:
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm.”
(Bu kelime, cennet hazinelerinden biridir. Anlamı: Günahlardan çeviren ve hayra yönlendiren Allah’ın gücü ve kuvvetinden başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Mîraca götürüldüğüm gece İbrahim’i (a.s.) gördüm. Bana şöyle dedi: 'Ey Muhammed! Ümmetine selâm söyle ve onlara bildir ki, Cennet’in toprağı hoş, suyu tatlı ve kendisi düz ve boş bir arazidir. Bitkileri ise; Sübhanallahi, velhamdülillahi, ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâh’tır.'" (Câmiu’s-Sağîr, 4379)
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İki kelime vardır ki Allah katında pek sevimli, insanın diline hafif ama ahiret terazisinde pek ağırdır. O da şudur: Sübhanallahi ve bihamdihi, Sübhanallahil azîm." (Buhârî ve Müslim)
Allah’ı anmak, O’na kulluk etmek, O’nun yolunda cihat etmek ve nimetlerine karşı şükretmek, her müminin vazgeçilmez vazifesidir. Allah’ı anmak, bütün ibadetlerin başıdır. Zira hangi ibadeti yaparsan yap, hangi zikri çekersen çek, hangi ayeti okursan oku, hepsi bir noktaya gidiyor ve bir noktaya götürüyor: O da Allah’ı anmak, Allah’ı zikretmek ve O’nun yüceliğini tanımaktır.
Allah’ın zikrine götürmeyen bir namaz, namaz değildir. Allah’ın zikrine götürmeyen bir oruç, oruç değildir. Allah’ın yüceliğine ve O’nun zikrine götürmeyen bir hac, hac değildir. Ve Allah’ın zikrine götürmeyen bir sadaka, sadaka değildir.
Bu yüzden Müslüman’ın görevi, her yerde Allah’ı anmak, tüm zamanlarda, tüm mekânlarda, gece gündüz, camide, çarşıda, okulda ve bulunduğu her platformda Allah’ı zikretmektir. Müslüman kişi, bütün şartlarda Allah’ı anmalı ve hiçbir zaman O’nu unutmamalıdır.

Muhabir: Ali ÖZGÜÇ