DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi:

Bildiğiniz gibi hafta sonu MYK toplantımızı gerçekleştirdik ve bu toplantıdan sonra da kamuoyuna önemli bir açıklamada bulunduk. Bu açıklamanın dikkatimizi özellikle çektiği konu İmralı’daki tecridin sonlandırılmasıydı. Çünkü Türkiye kamuoyunun tüm beklentileri bu yönde. Türkiye barışına hasret, barışına kavuşmak istiyor. Biz de bu anlamıyla dedik ki bu tecrit sonlansın. Tecridin sonlanması konusunda da 1 Ekim’de başlayan, Meclis’teki o tokalaşmadan sonra başlayan tartışmalardan sonra kamuoyunun beklentisinin inanılmaz yükseldiğini biliyoruz.

KÜRT MESELESİNİN DEMOKRATİK VE BARIŞÇIL ÇÖZÜMÜ İÇİN ÇAĞRILARIMIZI YAPARKEN BELEDİYELERİMİZE KAYYIM ATANDI

Türkiye’de Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü açısından İmralı tecridinin kalkması ve Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanması önemli bir öncelik olarak karşımızda duruyor. Bu çağrıyı bir kez daha yeniledik. DEM Parti olarak hazır olduğumuzu da söyledik. Aslında defalarca bunu söylemiştik. Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü için, Türkiye’nin bütün sorunlarının demokrasi içinde çözülmesi için hazır olduğumuza; Meclis’in bu konuda önemli bir adres olduğuna, Meclis’teki bütün partilerin müzakere zemininde buluşması gerekliliğine bir kez daha vurgu yaptık. Tabii bu sadece Meclis ile sınırlı bir mesele değil. Meclis dışındaki tüm siyasi partilerin ve toplumun bu sürece katılmasının da ne kadar önemli olduğuna bir kez daha vurgu yaptık. Üçüncü olarak, iktidarın bu konuda atacağı adımların ne kadar önemli olduğunu söyledik. Bunun iktidarla sınırlı olacak bir mesele olmadığını da söyledik ve tüm muhalefeti bu konuda inisiyatif almaya çağırdık. Ancak biz Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik çözümü konusunda çağrılarımızı ısrarla yinelerken bir kez daha kayyımlarla karşılaştık. Önce Esenyurt Belediyesine, ardından da Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerimize kayyım atandı.

KAYYIMLARLA TOPLUMDA YÜKSELEN UMUT VE BEKLENTİLER ZEHİRLENDİ

Kayyım meselesiyle toplumda yükselen umut ve beklentiler zehirlendi. Demokratik siyaset bir kez daha zehirlendi. Bu toksik siyaset ve anlayış, Türkiye’nin sadece umutlarını kırmakla kalmıyor; ülkenin siyasi ve iktisadi krizlerin içinde sıkışıp kalmasına, çökmesine neden olmaya devam ediyor. Türkiye için riskler çok yüksek ve bu riskler her geçen gün artmaktadır. Ortadoğu’daki riskler ortadadır. Türkiye’nin içindeki toplumsal barışın çöküşü ortadadır. Bütün bu çöküşlerden çıkmanın ve krizlerle baş etmenin yolu toplumsal barıştan geçiyor. Öyle iç cepheyle, militarist akılla değil. Gerçek anlamda sahici bir barışı var etmekten geçiyor. Barışa karşı, demokrasiye karşı kayyım bir darbedir. Kayyım bir darbe pratiğidir. 12 Eylülcülerin zihniyetini hayatta tutan ve bu aklı koruyan zihniyet, bir kez daha Türkiye demokrasisine kayyımlar eliyle darbe yapmıştır. Hala kayyımın savunulduğunu ibretle izliyoruz. Hukuki değildir. Bir yasaya gönderme yapıyorlar, bu yasa üzerinden hem Esenyurt’a hem üç belediyemize kayyım atanmasını gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Bu, kabul edilebilir bir gerekçe değildir. Bu yasa OHAL döneminde çıkarılmıştır; bir darbe sürecinin, darbe mekaniğinin ürünüdür. 20 Temmuz 2016 OHAL Darbesinin bir ürününe sığınıp hukukiliği reddetmek kabul edilir değildir. İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, siyasi iktidar bugün sürekli olarak bu yasaya gönderme yaparak hukukiliği ve hukuk devletini yok sayan bir yerden darbeci aklı savunuyor.

ADAYLARIMIZ ÖN SEÇİMLE ADAY OLDULAR, YSK HER ADAYA MAZBATASINI VERDİ

Oysa biliyorsunuz ki bizim adaylarımız ön seçimle aday oldular. Ön seçim nedir bunlar bilmez. Çünkü bunlar bakan olduklarını Resmi Gazeteden öğreniyorlar. Bunlar milletvekilli olduklarını seçimden sonra öğreniyorlar. O denli tek adam rejimi hakim ki bunların içinde, dolayısıyla ön seçimin ne olduğunu anlamları mümkün değil. Tam bir halk buluşmasıyla, tam bir kent uzlaşısıyla aslında bizim adaylarımız belirlendi. Peki, sonra oldu? Bu adaylar YSK’ya başvurup aday oldular. YSK, haklarında kesinleşmiş bir hüküm olmayan her adaya mazbatasını zaten verdi. Haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı yok ama İçişleri Bakanı kendini yargıç yerine koydu ve sanki haklarında kesinleşmiş bir hüküm varmış gibi kayyım atayarak arkadaşlarımızı görevden aldı. İftira ve algı yönetimiyle siyaset yan yana olmaz. Fakat bu iktidar, iftira ve algı yönetimiyle adeta bir kayyım rejimini var etmeye çalışıyor. Her yerde bunu yapıyorlar. Geçmişte de bunu yaptılar. 4 Kasım’da da yaparak 2016’daki zihniyetlerini bir kez daha teşhir ettiler.

PARA SİZİN HORTUMLAMA SİSTEMLERİNİZLE İLLERİMİZDEN ÇEKİLİP ALINDI

Buradan soruyoruz: Haklarında kesinleşmiş bir hüküm var mı? Yok. YSK’da aday olmalarının önünde bir engel var mıydı? Yoktu. Ön seçim ile seçildiler mi? Evet. Peki, siz neye dayanarak kayyım atadınız? Soruşturmalara. Bu soruşturmaların da ne kadar algı yönetimiyle ve iftirayla gerçekleştiği ortadadır. Efendim, dağa para gidiyormuş; ayıptır ya, utanın! 8 yıl boyunca kayyımlarınız o belediyeleri yönetti. Bu 8 yıl boyunca sizin o kayyımlarınız, valileriniz, kaymakamlarımız belediyeleri soydu soğana çevirdi. Tespihten kuruyemişe kadar akla hayale gelmeyecek yöntemlerle halkın belediyelerini, Kürt illerinin belediyelerini Kürt düşmanlığınıza bağlı olarak soyup soğana çevirdiniz. Bir tane soruşturma açmadınız. 6 aydır görevdeyiz. Kayyım döneminin yolsuzluklarının açığa çıkması için biz çağırdık müfettişleri göreve. Ne dağa para gitmesi! Para sizin hortumlama sistemlerinizle illerimizden çekilip alındı. Borçlar ortada. Sadece İçişleri Bakanlığına da değil Maliye Bakanlığına da çağrı yaptık. Dedik ki vergi kaybı ortaya çıkıyor, yolsuzluk ortaya çıkıyor. İhale Kanunundaki bu soyguna müdahale edin dedik. Ses yok. Ondan sonra diyorlar ki dağa para gitti. Kayyımlar eliyle belediyeleri soyup soğana çeviren sizsiniz. Eğer bir soruşturma yapacaksanız oraya soruşturma yapın, halkın belediyelerine değil. Ama bunun altında yatan zihniyeti çok iyi biliyoruz. Bu bahanelerle, bu algı yönetimiyle zihniyetinizi kamufle edemezsiniz. Siz Kürt halkının iradesini yok sayıyorsunuz. Siz eşit yurttaşlık temelinde demokratik bir ülkeyi yok sayıyorsunuz. Siz darbeci aklınızla bu ülkeyi yönetmek istiyorsunuz. İşte kayyımlar da sizin alameti farikanızdır.

ADALETSİZLİK İMRALI’DA BAŞLAMIŞ, BÜTÜN ÜLKEYE YAYILMIŞTIR

Narin’in davası görülmeye başlandı. 3 gün boyunca bu davayı izledik. Cinayetten bugüne kadar geçen bunca süreye rağmen, bu cinayetin nasıl ve kimler eliyle işlendiği belirsizliğini koruyor. Bu dava üzerindeki gölge devam ediyor. Birilerinin dostlarının olması, siyasi arkalarının olması davaya nasıl yansır diye bekliyorduk. Dediğimiz gibi de oldu. Ailenin bir el tarafından korunduğu açıktır. Bir çocuğun katledilmesi ve 19 gün boyunca bulunamaması bütün vicdanları kanatmışken, Adalet Bakanı hala yok “HTS kayıtlarının incelenmesi”, yok “raporların bulunması” diyerek topu taca atmaya devam ediyor. 9’uncu Yargı Paketinden onuncusuna gidiyorlarmış da yargıda reform yapılacakmış. Mahkemelerin durumu ortada. Mahkeme üç maymunu oynuyor. Ortaya çıkan şu: Kolluğun zaafı, ailenin zekası. Bütün delilleri 19 gün boyunca ve sonrasında da karartmayı başarmışlar ve harika bir senaryoyla mahkemeye çıkmışlar. Mahkemede de kolluğun zaafı bu kez yargının zaafıyla birleşerek devam ediyor. Bu cinayet tüm çıplaklığıyla aydınlatılmalıdır, gerekli cezalar mutlaka verilmelidir. Toplumun beklentisi bu yöndedir. Bu büyük kötülük, cezasızlık zırhıyla ortadan kaldırılmamalıdır. Adaletsizlik her yerdedir. Adaletsizlik İmralı’da başlamış, bütün ülkeye yayılmıştır. Tecrit sisteminin bir ülkeyi adalet anlamında nerelere sürükleyeceğini 25 yıldır söyledik. Son 44 aydır defalarca dile getirdik. Hala bu zihniyetten kendini kurtaramayanlar, adaletsizliği dalga dalga yaymaya devam ediyorlar. Gün geliyor ufak bir çocuğun bedeninde bu adaletsizliği görüyoruz. Gün geliyor sokakta kadına yönelik şiddette görüyoruz, kadın cinayetlerinde görüyoruz.

HER YARGI PAKETİNDE OLDUĞU GİBİ 9. YARGI PAKETİNDE DE BİR REFORM YOKTU

9 yargı paketi geçti. Yargı reformu beklentilerinin yükseldiği her yargı paketinde olduğu gibi yine bir yargı reformu söz konusu olmadı. Şimdi onuncu paket hazırlanıyor. Onuncudan da kimse yargı reformu beklemesin. Her yargı paketinden sonra yargı çok daha büyük bir krize sürükleniyor. Bu yargı paketinde kadınların kocasının soyadını kullanması meselesi tekliften çıkarıldı. Anayasa Mahkemesinin ileri sürdüğü düzenleme gerçekleşmedi. Yani bir kenarda tutmaya devam ediyorlar. Çünkü kadına yönelik bu iktidarın anlayışı belli. Kadına yönelik şiddetten, kadına yönelik cinayetten, kadın yoksulluğundan, kadının çalışma ve sosyal yaşamda olmamasından bunu anlıyoruz. Dolayısıyla bu zihniyet yeni bir düzenleme yapmadı; sadece kenara koydu, zamanını kolluyor. Zamanını yakaladıklarında yine kadının kendi hakkını savunacağı bir mekanizmayı yok etmeye çalışacaklar. Soyadı da bunların bir parçasıdır. “Ailenin bütünlüğü” diyorlar, “toplumun temeli ailedir” diyorlar. Ailenin bütünlüğünü, toplumun temelini bu kadar önemsiyorsanız o ailelerin kapısını çalın da bakın. Ailelerde geçimsizlik nedeni o ailenin soyadı mı, yoksa o aileye giren ekmeğin miktarı mı, kaynamayan aş mı? Ailenin bütünlüğünü korumak istiyorsanız ailenin refahını artırın, gönencini artırın. Soyadı meselesi ile aile bütünlüğü korunmaz. Bu tür şeyler sadece sizin zihniyetinizi ortaya koyuyor.

ETKİ AJANI YASASI DEVLET YARARI ADINA İŞLENEN SUÇLARIN SAKLANMASINA YÖNELİKTİR

Noterlik Kanunu bu hafta Genel Kurula geliyor. Buradaki en önemli mesele etki ajanlığı. Aileye yaklaşımdaki ciddiyet ne kadar çarpık ise devlete yaklaşımdaki ciddiyet de o boyutta. Etki ajanlığıyla aslında iç ve dış anlamda çalışmalara karşı bir tedbir aldıklarını dile getiriyorlar. Devletin yararı diyor; kamu yararı, toplum yararı demiyor. İnsana, doğaya, kadına, emeğe dair bir yarardan bahsetmiyor. Sadece devletin yararından bahsediyor. Devletin yararı nedir? Devletin yararı dediğinizde karşınızda faşizmi vardır. Halka ve topluma rağmen bir üst aklın korunması ve bekası vardır. Devletin yararı dediğinizde orada siyasi ve iktisadi oligarşi vardır. Dolayısıyla bu, devlet yararı adına işlenen suçların saklanmasına yönelik bir anlayıştan başka bir şey değildir. Yani bu yasa geçerse, diyelim ki herhangi bir ülkeye gittiğinizde ya da Türkiye’de kayyım aleyhine bir şey söylediniz, etki ajanı oluyorsunuz. Kayyımlar kötü dediniz, etki ajanı olursunuz. Bununla ilgili bir bilimsel makale yazıp uluslararası bir dergide yayınlarsanız, etki ajanı olursunuz. Kayyımın yolsuzluklarından bahsederseniz, etki ajanı olursunuz. Neden? Çünkü devletin yararına zarar vermiş olursunuz. Bu yasa muhalefeti susturmaya, basını susturmaya, farklı düşüncede olanın o farklı düşüncesini ortadan kaldırmaya yönelik bir anlayıştır. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Zaten bakın, NATOPA’nın toplantısında eski Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir konuşma yapıyor, aynen bunun gibi bir kanunun geçerli olduğu Gürcistan’ı uyarıyor. “Gürcistan demokrasisine zarar veriyorsunuz” diyor. Çavuşoğlu, Gürcistan demokrasisi için bu kadar kaygılanıyorsun ya biraz da Türkiye demokrasisi için kaygılan. Aynısını burada yapıyorsunuz ama senden ses çıkmıyor. Bakalım Çavuşoğlu NATO’da söylediğini burada söyleyebilecek mi?

SENE SONU ENFLASYON RAKAMINI BİLE HER HAFTA REVİZE EDİYORSUNUZ

Bu hafta Plan Bütçe Komisyonunda görüşmeler devam ediyor. Dört bakanlığın görüşmesi söz konusu olacak: Ticaret Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı. Emekçileri ve sosyal yaşamı doğrudan etkileyen üç bakanlığın öne çıktığı bir hafta. Plan Bütçe Komisyonuna gelen bütçenin gerekçesinden gördüğümüz üzere durum maalesef içler acısı. Ne sosyal yaşama ne emeklilerin ve emekçilerin haklarına dair herhangi bir düzenlemenin olmayacağını görüyoruz. Enflasyon ortada, vergiler ortada ama halk lehine, emekçiler lehine bir düzenleme beklerken, bu kesimler aleyhine düzenlemelerin devam edeceğini anlıyoruz. Emekçilerin üzerindeki vergi yükü çok fazla. Öncelikle emekçilerin üzerindeki vergi yükünün düşürülmesi gerekiyor. Bununla ilgili biz bir kanun teklifi verdik, vergi dilimlerinin yeniden düzenlemesine dair. Dikkate almadılar. Tam tersine vergi dilimlerini emekçilerin aleyhine düzenlemeye devam edecekler. Enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 50’nin üzerinde. ENAG’a, yani hakikatin rakamlarına baktığımızda bu neredeyse yüzde 100’e yakın bir oran. Buna göre emekçilerin maaşların düzenlenmesi gerekirken, Merkez Bankası Başkanı “İleriye dönük endekslenmeye geçmemiz lazım” diyor. Yahu sizin hangi tahmininiz tuttu ki geleceği tahmin edip onun endeksini yapacaksınız! Siz sene sonu enflasyon rakamını bile her hafta revize ediyorsunuz.

YALAN SİZİN İÇİNİZE YUVA YAPMIŞ, SABAH AKŞAM YALAN SÖYLÜYORSUNUZ

Geleceğe dair hiçbir tahmininiz tutmuş değil. Ama bunu neden söylüyorlar? Kifayetsiz, muhteris ve emekçi düşmanı oldukları için, emekçilerin hakkını gasp etmek için, enflasyon farkını vermemek için, “Geleceğe doğru endekslenmeye geçmeliyiz, geçmişi unutmalıyız” diyorlar. Bre vicdansızlar, hiç mi utanmaz sıkılmazsınız! Bugün bu ülkede asgari ücret 17 bin TL. Siz asgari ücrete yüzde 15 zammı bile çok görüyorsunuz. İnsan biraz utanır. 17 bin TL asgari ücret, açlık sınırının altında. Yoksulluk sınırı bu ülkede 70 bin TL’yi geçmiş durumda. Siz açlık sınırının altında asgari ücretle devam etmek istiyorsunuz ama yeniden değerlendirme oranı olarak bütçeye yüzde 44 yazıyorsunuz. Yani vergileri yüzde 44 artıracaksınız, ücretleri yüzde 15. Vergileri ve cezaları yüzde 44 artıracaksınız, emekli maaşlarını yüzde 15. Hiç olmazsa kendinizle tutarlı olun. Yalan içinize yuva yapmış, sabah akşam yalan söylüyorsunuz. Kendinizle tutarlı olun, “Yeniden değerlenme oranını madem yüzde 44 yaptım, o zaman asgari ücreti de yeniden değerlenme oranına göre artıracağım, yüzde 44 artıracağım” deyin. O zaman biz de deriz ki tamam rakam hatalıdır ama kendi içinde tutarlıdır. Kendi içinde bir tutarlılık filan yok, tam tamına bir emekçi düşmanlığı var. Dışişleri Bakanlığına bakıyoruz, Kürt düşmanlığı; Hazine ve Maliye Bakanlığına bakıyoruz, emekçi düşmanlığı. Dolayısıyla bu düşman aklı her yeri sarıp sarmalamış durumda.

CARRY TRADE İLE EMEKÇİLERE YÜK, SERMAYEYE RANT SAĞLAMAYA DEVAM EDİYORLAR

Ama sermaye için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Sermayeyi korumak ve güçlendirmek adına her türlü yolu ve yöntemi uygulamaya devam ediyorlar. Bildiğiniz gibi, bütçede bu sene inanılmaz bir borçlanma yine söz konusu olacak. Merkez Bankası bu konudaki çalışmalarında, “Rezervlerimiz 150 milyar dolara yaklaştı” diyor. Sanki iyi bir şeymiş gibi topluma anlatıyor. Elinizde bu kadar rezerv varsa, o kadar da faiz yükü vardır, sırtınıza binmiştir. Türkiye inanılmaz borçlanıyor. Bu borcun yükünü de halka ödetme peşindeler. Bütçe ve faize ayrılan pay 2 trilyon liraya yaklaşmış durumda ki bu başlangıç ödeneğidir. Yıl sonunda bunun nereye çıkacağını aslında Hazinenin açıkladığı rakamlarda görüyoruz. 3,2 trilyonun üzerinde. Dolayısıyla bu kadar borç demek, bunun karşısında da bir faiz yükü demek. İşte bu faiz yükünü emekçiler ödeyecek, asgari ücretliler ödeyecek, emekliler ödeyecek, kadınlar ve çocuklar ödeyecek. MEB bütçesinde çocuklara bir öğün yemeği çok görenler, okullarda hijyen koşullarının sağlanmasını çok görenler, sermayeye faiz yoluyla rant ve kaynak aktarmaya devam edecek. “Kur Korumalı Mevduattan ülkeyi kurtardık” diyenler, ondan çok daha vahim olan Carry Trade ile aslında emekçilere yük, sermayeye rant sağlamaya devam ediyorlar.

Soru 1: Akın Gürlek’in eşinin SPK yönetimine atanmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

İktidarın bugüne kadar yaptığı uygulamalara benzer bir uygulama. Dolayısıyla iktidarın hukuk dışı icraatlarını yerine getirenler muhakkak ödüllendiriliyor. Gürlek ailesi de böylece ödüllendirilmiştir.

Soru 2: Erdoğan, CHP’yi dümeni kırılmış bir gemiye benzetti. “Terör” bağlantısına vurgu yaparak DEM Partililerin İstanbul’da otobüsün üstünde olmasını dile getirdi.

YEGANE YOL TÜRKİYE’NİN BARIŞI SAĞLAMASIDIR

AKP iktidarı bu terör kavramını kullana kullana resmen ülkenin 22 yılını tüketti. Hala bu kavrama sığınarak, her şeyi bunun altına süpürerek aslında siyaseti dizayn etmeye, siyasi mühendislik yapmaya ve kendi ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar. Esenyurt’ta o otobüsü bir kürsü olarak düşündük ve çıktık. Özgür Bey de geldiğinde kürsü orada bu şekilde kurulmuştu. Orada söylenen sözler önemlidir. Biz hepimiz birlikte sadece CHP ile değil; o gün Esenyurt’ta olan onlarca parti, yüzlerce sivil toplum örgütüyle beraber, halkla beraber kayyımlara ve darbelere karşı olduğumuzu söyledik. Kayyım değil demokrasi, dedik. Bu söze bakmak yerine, kayyım utancından bu ülkeyi kurtarmak yerine, hala siyaseti başka yere yönlendirme çabaları olarak görüyoruz. Türkiye’nin sahici bir barışa ihtiyacı var. Barışın sağlanmasının yegane yolu da Kürt meselesinin demokratik ve siyasi zeminde çözüme kavuşmasıdır. O yüzden diyoruz ki böyle yol almanız mümkün değil. Alabilseydiniz zaten alırdınız. Siz 4 Kasım 2016’dan beri bu zihniyeti tekrar ede ede geldiniz. Şimdi aynı deneyden farklı sonuç alma peşinde koşuyorsunuz. Bu mümkün değil. Yegane yol Türkiye’nin barışı sağlamasıdır. Tüm muhalefetin kararlı ve istikrarlı bir şekilde yan yana durması büyük önem taşıyor. Kaldı ki biz muhalefetin de bu konuda yeterince çaba içinde olduğunu düşünüyoruz. 

Soru 3: Erdoğan, “Allah ömür verdikçe hizmet etmeye devam edeceğim” dedi cumhurbaşkanlığı tartışmalarına ilişkin. Ne dersiniz?

Tabii insan ülkesine hizmet etmek için illaki cumhurbaşkanı olmak zorunda değil. Tek hizmet makamı olarak orayı görüyorsa, o da çok mümkün gözükmüyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ