ALİ ÖZGÜÇ
Bu ayetlerde düşünmek, anlamak ve onlardan ibret almak mümine yakışandır. Yüce Allah, Kur’an-ı Mübîn’de şöyle buyuruyor:
"Göklerde ve yerde (Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden) nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüz çevirerek geçip giderler." (Yusuf, 12/105)
Sözlükte “ayet” kelimesi; bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını gösteren işaret, açık alamet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mucize ve topluluk anlamlarına gelir. Terim olarak ise, Kur’an-ı Kerîm’in bir veya birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada ayet kelimesi; alamet, delil ve ibret veren şey manalarında kullanılmıştır.
Yani gerek insanın kendisin de, gerekse dış dünyada – göklerde ve yerde – Allah’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetinin üstünlüğüne delalet eden, insanların görüp ders ve ibret almasını gerektiren nice delil vardır. Kur’an, gökyüzünün, yeryüzünün, insanın yaratılışının ve evrendeki düzenin, Allah’ın kudretini gösteren en büyük delillerden olduğunu vurgulamaktadır:
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı dirilttiği suda ve orada her türlü canlıyı yaymasında, rüzgârları yönlendirmesinde ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için elbette nice deliller vardır.” (Bakara, 2/164)
İnsanoğlu, ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı karşıyadır. Tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim olan ilahî kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken, o bunlara sırt çevirip düşünmeden, ibret almadan geçip gider. Hâlbuki insanoğlu, bunları düşünüp dikkatlice incelese hem dünyada başarılı olacak hem de imanını taklitten tahkike çıkararak kâmil insan (has kul) olma yolunda ilerleyecek ve ahirette mutlu olacaktır.
İnsan, yaratılışı gereği zayıf ve acizdir. Sürekli olarak hastalık, doğal afetler, ölüm korkusu ve çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak insanın beklediği ve kendisine muhakkak acı veren en büyük gerçek, ölümdür. Her insan korunmak, sığınmak ve kendini bu saldırılardan muhafaza etmek için bir sığınağa ve onu koruyacak, kendisine sahip çıkacak bir güce ihtiyaç duymuştur. İşte insanoğlu, bu ayetleri anladığı ve tefekkür ettiği an, yalnızca Allah’a sığınmış, O’na dayanmış ve O’na bağlanmıştır. Mülk Suresi’nde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"O, yeryüzünü sizin için bir sergi kıldı. Haydi, onun yollarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin! Dönüş ancak O'nadır."
"Göktekinin sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman, bir de bakarsınız ki yer sarsılıyor!"
"Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman benim uyarımın nasıl olduğunu bileceksiniz!" (Mülk, 67/15-17)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Allah’a sığınmanın gerekliliğini şu hadisiyle ifade etmiştir:
"Ey Allah’ım! Zayıflığımı, çaresizliğimi ve insanlar nazarındaki küçüklüğümü ancak sana arz ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zayıfların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin!.." (Tirmizî, Deavât, 104)
Allah’a iman eden bir insan, O’na tevekkül ederek hayatını sürdürür ve başına gelen her olayı bir imtihan olarak görerek sabreder. Bu da ona iç huzuru ve manevi bir güç kazandırır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulur. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)
Allah’a iman eden kişi, her türlü sıkıntıya rağmen hayatın anlamını kavrar ve bu dünyada gerçek huzurun ancak Allah’a yönelmekle elde edileceğini bili
Cahiliye dönemlerinde ise Allah’ın risaletlerinin ulaşmadığı ya da İslam tebliğinin yeterince yapılmadığı bölgelerde, insanlar Allah’ın dışındaki tapınaklara sığınmış ve onlardan korunma istemişlerdir. Bunun adı, haktan sapmak ve yoldan çıkmaktır. Ancak hak peygamberin gönderildiği bölgelerde ve ilahî risaletlerin tebliğ edildiği kavimler arasında, insanlar doğrudan Yüce Allah’a sığınmış ve yalnızca bir tek olan Allah’a dayanmışlardır. Böylece Allah inancına ulaşmış ve O’na iman etmenin lezzetini tatmışlardır.
Allah’a iman etmek, insanın fıtratına uygun olan en temel inançtır. Evrenin düzeni, insanın yaratılışı ve yaşamın her anı, Allah’ın varlığına ve kudretine delalet etmektedir. İnsanoğlu, bu delilleri düşünüp ibret alarak imanını kuvvetlendirmeli ve yalnızca Allah’a yönelmelidir. İnsan, dünya hayatında birçok zorluk ve imtihanla karşılaşabilir. Ancak Allah’a sığınan, O’na güvenen ve tevekkül eden bir mümin için huzur ve mutluluk kaçınılmazdır. Allah’a iman edenler için en büyük müjde ise ahirette cennetle ödüllendirilecek olmalarıdır:
“İman edip salih amel işleyenler için, içlerinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Bu, Allah’ın gerçek vaadidir ve O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman, 31/8-9)
Allah’a iman eden bir insan, yalnızca bu dünyada değil, ahirette de ebedî saadete ulaşacaktır. Öyleyse bizler de imanımızı sağlamlaştırmalı, Allah’ın ayetleri üzerinde tefekkür etmeli ve O’na kulluk bilinciyle yaşamalıyız.