İnsan, topluluklar biçiminde yaşamaya başladığından bu yana toprakla ve doğayla başka türlü bir ilişki kurdu.
Varlığının kaynağı, bir parçası olduğu doğayla iç içe, üreterek, bölüşerek, birleşerek, üreyerek neslini devam ettirebilirdi.
Her anını paylaştığı doğanın seslerini dinledi, renklerini belledi, farklı her türlü kokuyu ayırt etti.
Kendisinden başka hayat süreçlerini gözledi.
Geceyi, gündüzü, ayı, güneşi, yıldızları ve engin gökyüzünü seyretti.
Mevsimden mevsime geçişlerin zengin olgularını belleğine nakşetti.
Varlığını sürdürmenin olmazsa olmaz koşulu olan doğal hayatın derin bilgisini efsanelerle, söylencelerle, mitolojiyle, sözlü kültürün tüm ürünleriyle kuşaktan kuşağa aktardı.
Ve büyük bir coşkuyla fark etti ki doğa, adeta büyülü bir günde kara kışı kovuyor, kaybolup gitti sanılan hayatlar toprağın altından uç veriyor, gece gündüze eşitleniyor, hayat, coşku, renkler, kokular, güneşin parıltısı, gürül gürül akan suların çağıltısı birbirine karışıyor.
Ve hayat sanki yeniden doğuyormuş gibi bir kez daha ‘merhaba’ diyor.
İnsan bu büyülü güne ‘Yeni Gün’ dedi.
Newroz, Nu-roj veya yeni gün.
Halklar 21 Mart tarihine böyle bir anlam biçiyor.
Sümerlerle başlayan yeni gün kutlamaları, doğayla haşır neşir olan tüm halklarda geleneksel bir nitelik kazanarak bugünlere kadar ulaştı.
Newroz, yeni günün ilk kutlandığı Mezopotamya halkları için değil, yeryüzünde birçok halk topluluğu için ayrı bir öneme sahip.
Kamboçya’da Cet ayı, Tayland’da Trut bayramları, Almanya ve İsviçre’de Ostern, İtalya’da Pasua, Norveç’te Paske, Yunanistan’da Paskalya şenlikleri 21 Mart’ta başlıyor.
Yeni güne kendi tarihleri içinde çok daha zengin anlamlar katmış halklar da var.
Kürtlerin atası olarak kabul edilen Medler, Acemlerin atası Persler, Ermenilerin atası Urartular ve daha birçok halk, asırlar önce zalim Dehaq’ın Kürt demirci ustası Kawa tarafından öldürülmesiyle, 21 Mart’ı “yeniden doğuş günü” olarak kabul ediyor.
Ortadoğu’da direnişin ve özgürlüğün günü olarak kabul edilen Newroz, köleci Asur İmparatorluğu’na karşı Med toplulukları öncülüğünde başlayan ve bölgesel bir nitelik kazanan bir kurtuluş hareketi olarak da biliniyor.
Asur Kralı Dehaq’ın köleci vahşeti efsanenin bir yanı.
Rivayete göre Dehaq amansız bir hastalığın pençesindedir.
Bundan kurtulmasının tek çaresi ise, günde iki gencin beynini alıp yaralarına sürmesidir.
Öylesine zalim ve zorbadır ki, halk evlatlarını verir bu canavarın yaralarına merhem olsun diye.
Ta ki, demirci ustası Kawa’ya kadar.
Kawa belki de o güne kadar nasırlı ellerinin yarattığı bütün değerleri vermiştir.
Ama oğlunu veremez.
O güne değin demir dövmekte ustalaşmış elleri ateş olur ve iner Dehaq’ın kafasına.
Kawa’yı önce Medler, sonra Araplar, Acemler, Kafkas dağının ardındaki diğer halklar duyar.
Ortadoğu’da her halk asırlardır kutluyor bugünü.
Önceki yıllara göre bu yıl ki kutlamalar renkli görüntülere ve mahşeri kalabalıklara sahne oldu.
Yaşanılanlara isyan edercesine…
Saygılar