Tüm dünya halkları tarih boyunca kent inşa ettikleri mekanlarda kendi çağlarına, kültür ve yaşam tarzlarının izini taşıyan sembol ve motiflerle örmektedir. Söz konusu kentlerde yaratılan tarihi ve kültürel yapı halkların en değerli mirası gibi korunup kollanır ve geleceğe aktarılır. Bu bir vefa borcu bu bir anane ve bu bir borçtur. Nasıl ki Diyarbakır surları ve hevsel bahçeleri 2015 yılında UNESCO Dünya kültür mirası listesine alınmasına rağmen korunamadı ise bugün silvan ilçemizdeki yapılar da harabe hale gelmiş bulunmaktadır. Şehirde çok sayıda tarihi yapı, bakımsızlık nedeniyle yıkılacağı günü bekliyor. Kentin tarihini, kültürünü taşıyan binaların gözümüzün önünde nasıl yok olduğunu şahit oluyoruz. Ne yazık ki herkes kör sağır dilsizi oynuyor. Ve tarihi kültürel mirasa sadakatin gereği yapılmamaktadır.
Sokakta yürürken karşılaşırız bakımsız binalar, terk edilmiş eski Silvan evleri çıkıyor karşımıza. Birçoğunun bakımsızlıktan yok olduğuna şahit oluyoruz. Tarihi binaların bir yerinde ‘yıkılma tehlikesi var, tarihi surlar ağaç değneklerle korunuyor. ‘yaklaşmayın’ yazan bir tabelası bile yok. Ağaç değnekleri görünce birden ürküyorsun dünyaya meydan okumuş, dünyada dolgu sistemiyle yapılan tek kale şehir olan Silvan surları ağaç değneklerle korunuyor. Birkaç adım geriye çekilir ve birkaç adım öteden baka dururuz. Geride kalan eşsiz yapının siluetine. Kim bilir neler yaşadı gördü diye içimizden geçirirken, şimdiki binalardan ne kadar farklı olduğuna çarpar gözümüz. İlçenin birkaç noktasında aynı manzaraya rastlayabildiğimiz eski Silvan evlerinin yıkılmaya terk edilmesinin bir kent sorunu olsa da aynı zamanda kentlinin de sorunu olduğunu söyleye biliriz.
Tarihi Silvan Kentin içinde inşa edilen tarihi yapılar var. Bu yapıların büyük bölümü kullanılmadığı ve bakımsız kaldığı için yıkılmayı bekliyor. Bu konuda neler yapılabilir?
Tarihi yapıların henüz hepsi tescillenmiş değil ve tescil tarihi yapıların yok olmasının önündeki en önemli engel. Öncelikle kapsamlı bir envanter çalışması yararlı olacaktır.
Yıkılmak üzere olan yapılar içinse öncelikle mülkiyet durumları araştırılarak sahiplerine ulaşılmalı, yapının restorasyonunun yapılması için çalışmalar yapılmalıdır. Örneğin mal sahibi restorasyon konusunda ulusal destek programlarından, hibelerden haberdar edilebilir, veya belediye ya da diğer bir kamu kurumu ile kullanım ortaklığı protokolü yapılarak restorasyonu kamu tarafından üstlenilebilir. Bir diğer seçenek de bu konutları kamulaştırmak ancak bu da her yapı için hem mantıklı olmayacaktır hem de kamu kaynakları böyle bir seçeneği karşılayamaz düşüncesine kapılabiliriz. Ancak gerek bölgemizde, gerekse de Türkiye’nin farklı bölgelerinde kentlerin dokusuna uygun bir şekilde yapılan proje çalışmalarında kentin turizme kazandırılması örnek, çalışmalar yürütülmektedir. Bu örnek çalışma neden Silvan ilçemizde de yürütülmesin.
Son olarak özel sektör bu konuda bir aktör haline getirilebilir. Örneğin tarihi konutlara restore edilmeleri halinde ciddi ekonomik ayrıcalıklar tanınarak (örneğin vergi muafiyetleri) restorasyonların cazip hale getirilmesi ve gayrimenkul şirketlerinin bu yapıları satın alıp restore etmeleri ve tekrar satmaları gibi bir model geliştirilebilir. Bu yapılara tanınmış zaten belli ayrıcalıklar var ama bunların daha da arttırılması şirketlerin bu tür gayrimenkul geliştirme süreçlerine girmelerine neden olabilir ve böylece tüm tarafların kazandığı bir sonuç elde edilebilir.
Orta ve uzun vadede ise kentlilerin tarihi mirasımız hakkında daha bilinçli tavır geliştirmesini sağlayacak eğitim programlarını arttırmamız gerekiyor. Bu ilkokuldan başlayan örgün eğitimin içinde olabileceği gibi enformel olarak çeşitli atölyeler, toplantılar düzenlenerek her yaştan kentlinin tarihi mirasımız hakkında bilgi ve bilinç sahibi olmasını hedeflenmesi gerekiyor. Bu bağlamda yazılı ve görsel medyanın da oldukça önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Medya ve internet nüfusun önemli bir kısmını bilinçlendirmek için en önemli araç diye düşünüyorum.
Yerel yönetimler, Kültür Bakanlığı, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu neler yapabilir bu konuda. Bu kentte yaşayanlar bir şeyler yapabilir mi?
Tarihi yapıların korunması bağlamında bireylerden devlet kurumlarına kadar birçok aktörün farklı görev ve sorumlulukları var. En önemli nokta kimin hangi sorumluluğa sahip olduğunu bilmek ve ona göre talepte bulunmak. Örneğin bakımsız kalmış bir tarihi eser için belediyeyi suçlayabiliyoruz ancak çoğu zaman mülkiyet sorunu nedeni ile belediyenin yapabileceği bir şey de olmayabiliyor. Bu noktada sorunları doğru tespit etmenin çözüm geliştirmede en önemli adım olduğunu düşünüyorum.
En önemli sorumluluğun kentte yaşayanlarda olduğunu düşünüyorum. Onların bu konudaki duyarlılıkları ve talepleri resmi kurumları da harekete geçirecektir.
Binaların sahipsiz kalmasının nedeni ödenek mi, önemsizlik mi, ihmalkarlık mı?
Bu sorunun en doğru yanıtını verebilmek için kapsamlı bir araştırma gerekiyor. Benim şahsi kanaatim 2 temel neden olduğu yönünde. Ekonomi ve bilinç.
Tarihi yapıların terkedilmesinin en önemli nedeni bu yapıların restorasyonunun diğer yapılara göre ekonomik açıdan daha zorlayıcı olması. Bu yapılarda, bazen güncel yaşam koşullarına uygun hale getirmek, bazense zamana bağlı olarak oluşan hasar ve bozulmaları onarmak için restorasyon projelerinin hazırlanması ve özenli bir inşa sürecinin izlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu da maliyetin yükselmesi demektir. Ancak tek etkenin ekonomi olduğunu söylersek de eksik kalmış olur. Çoğu zaman insanlar tarihi evlerde yaşamanın toplumsal statülerini aşağı çektiğini, apartmanda veya giydirme cam cepheli bir yapıda yaşamanın daha doğru veya prestijli olduğunu düşünerek de tarihi yapıları terk edebiliyor. Aslında bunun biraz da bilinç ile ilgili, yanlış bir güdülenme olduğunu düşünüyorum. Nitekim Avrupa’da genelde en prestijli konutlar belli bir tarihsel değeri olan, korunmuş yapılardır. Bu bakış açısındaki farklılık da ne yazık ki son 70 yılda tüm ülkede bugün korunsa çok nitelikli yaşam çevreleri oluşturabilecek dokuları kaybetmemize neden oldu. Hatta bu perspektiften baktığımızda bilinçsizlik veya yanlış statü kaygıları ekonomik zorluklara göre çok daha fazla tarihi yapının yok olmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.
Dünyadaki gelişmiş ülkeler tarihi binalarına sahip çıkarken neden bizim tarihi yapılarımız hayalet evlere dönüşüyor?
Bir önceki soruda da değindiğim gibi bunun temelinde ekonominin değil bakış açısının yattığını düşünüyorum. Zira yıllık gelir ortalaması bizden daha düşük birçok ülkede de son derece özenle korunmuş tarihi dokulara rastlayabiliyoruz ve bugün o ülkeler hem daha nitelikli çevrelerde yaşıyorlar hem de ciddi bir turizm potansiyeli kazanmış durumdalar.
Sorunun temelde gelip bilinçsizliğimize, çağdaş yaşama ve oradaki statümüze biçtiğimiz yanlış anlamlara dayandığını düşünüyorum. Biraz evvelki örneğe tekrar dönecek olursam, çoğu gelişmiş ülkede belli bir tarihsel birikimi olan, korunmuş yapılar en prestijli yapı grubunu oluşturur. Hatta kuşaklar boyu aynı aileye ait olan yapılara sıklıkla rastlanır. Bizse 21. yüzyıl boyunca kendi atalarımıza ait olsun veya olmasın tüm tarihi yapılarımızı yıkıp çok katlı yapılar yapmanın daha karlı olacağı, çağa uygun olacağı gibi yanlış bir anlayışla kentlerimizi bugünkü duruma taşıdık. Bugün geçen yüzyıla oranla ülkemizdeki koruma bilincinin oldukça geliştiğini düşünüyorum ancak ne yazık ki artık korunacak o kadar az şey kaldı ki…
Tüm bu süreçte tabii ki tek bir aktörü suçlamak doğru olmaz. Mal sahipleri kadar tarihi dokuların yok olmasının önünü açan imar yönetmeliklerini hazırlayan, kabul eden bürokratlar ve siyasi aktörler de sorumlu. Hatta bu süreç içinde yer alan mimar-mühendislerin de sorumlulukları az değil.
Silvan ilçemizdeki tarihi yapılar, özel mülkiyetler, Dünyada dolgu sistemiyle yapılan surların onarılması için hep birlikte el ele vererek turizm seferberliği başlatalım. saygılarımla