Klişeleşmiş şiddet içeren üçüncü sayfa haberleri artık toplumun yaşam tarzı haline geldiği gerçeği her geçen gün yakıcılığını arttırmaktayken artık kaygı verici düzeye eriştiğine şahit oluyoruz. Her gün en yakın gördükleri tarafından kadınlar yaralanıyor veya öldürülüyor. Başkalarından koruduklarımızı bizden kim koruyacak?
Şiddet hiçbir zaman bir “kendini ifade” biçimi olamaz. Hele ki belirli bir cinsiyete veya türe karşı sistemli ve örgütlenmiş şiddet, işlenen en ağır suçtur diyebiliriz. Peki, bu suç nasıl önlenir? Bundan kimler sorumlu?
Tabi akla toplumsal yapıyı denetime alan devlet gelir. Devletin en öncelikli görevi ise; yurttaşlarının, özellikle de kadınların ve güçsüzlerin can güvenliğini ve insan haklarının temeli olan “yaşama hakkı” nı “güvence” ye almaktır.
Bu arada; erkeklerin kadınlara yönelik “şiddet” kullanma eğilimini etkisizleştirecek ekonomik, sosyal ve psikolojik ortamı hazırlamak da aynı şekilde çağdaş devletin yurttaşlarına karşı en temel “sorumluluğu” dur.
Kadına yönelik şiddetin son zamanlarda yoğunlaştığı gözlenmektedir.
Ülkemizde, her beş kadından ikisi, yaşamının bir döneminde şiddete maruz kalmıştır. Bu olgunun değişik nedenleri olmakla birlikte en önemli sebep; “kadın-erkek eşitsizliği” dir.
Türkiye’de kadınların TBMM’deki temsil oranı yüzde 17.3, çalışma hayatına katılımı da yüzde 30.5’dır. Bunun anlamı; milletvekillerinin yüzde 83.7’si erkek, aynı şekilde çalışan nüfusun da yüzde 69.5’i erkektir. Bu tablo; “kadın-erkek eşitsizliği” nin çarpıcı bir göstergesidir.
Diyarbakır'da yapılan bir araştırmaya göre, şiddet mağduru kadın alternatifsizlikten "bunu sineye çekmek zorunda" kalıyor.
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi tarafından 12-20 Temmuz 2023 tarihleri arasında yapılan araştırma kapsamında Diyarbakır'da 208 kadın ile online ya da yüz yüze görüşülmüş.
"Kadına yönelik şiddetin boyutunu, şiddete dair algısını ve bu konudaki çözüm önerilerinin tespit edilmesi" amacına yönelik araştırmaya katılan kadınların yarısından fazlası genç nüfus kategorisindeydi.
Yüzde 14,4'ü 18-24, yüzde 37,5’i 25-34 yaş aralığında olan katılımcıların yüzde 54,8’i evli, yüzde 40,4’ü bekâr, yüzde 3,8’i boşanmış, yüzde 1’inin ise eşi ölmüş kişilerdi.
Eğitim durumları incelendiğinde yüzde 8,7’si okuryazar değil, yüzde 8,7’si diplomasız okuryazar, yüzde 8,2’si ilkokul, yüzde 6,7’si ortaokul, yüzde 17,3’ü lise, yüzde 37,5’i lisans, yüzde 9,6’sı ön lisans ve yüzde 3,4’ü ise yüksek lisans mezunu oldukları beyan etti.
-Şiddet nasıl önlenir?
Araştırma kapsamında, kadına yönelik şiddetin nasıl önlenebileceğine dair öneriyi kapsayan "sizce kadına yönelik şiddet nasıl önlenebilir?” sorusu yöneltildi.
Katılımcıların yüzde 25,5’i "caydırıcı cezaların verilmesiyle", yüzde 13’ü "eğitimin aileden çocuklara verilmesiyle", yüzde 9,6’sı "ağırlaştırılmış müebbet cezalarının verilmesiyle", yüzde 7,7’si ise "devletin kadına yönelik bakış açısını değiştirmesiyle" yanıtlarını verdi.
-Hangi davranış şiddet?
Katılımcılara bağırmak, hakaret, lakap takmak, aşağılayıcı ifade kullanmak, kadının bedeniyle ilgili eleştiri ve tehdidin şiddet olup olmadığı soruldu. Gelen yanıtlar ortalama yüzde 90 ve üzeri “evet" oldu.
"Eşi ya da partneri tarafından hayır denmesine rağmen cinsel ilişkiye ikna edilmesi şiddet midir?” sorusuna da katılımcıların yüzde 78,8’i “evet” yanıtı verdi.
"İkna edilmesinin bir irade beyanı olduğunu" belirten kimi kadınların bunun bir şiddet olmadığını ifade etti. Fiziksel bir zorlamaya dair bir yaklaşım olmadığı müddetçe, güzel bir dille kadının ikna edilmesi şiddet türü olarak tanımlamayan yüzde 14,9 oranında bir kesim varken, yüzde 6,3’lük bir kesim ise bu konuda “kararsızım” dedi.
"Kadının giyim kuşamına karışılması şiddet midir?” sorusuna katılımcıların yüzde 69,7’si “evet”, yüzde 21,6’sı "hayır", yüzde 8,7’si "kararsızım" yanıtını vermiştir.
Giyim kuşama karışılmasının bir kıskançlık belirtisi olduğunu savunan bazı kadınların bu kıskançlığın bir sevgi ve sahiplenme belirtisi olduğunu da ifade ettiği gözlemlendi.
-Neler yapılabilir?
“Kadına Şiddetle Mücadele Günü“ olan 25 Kasım’dan önce, Türkiye; “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni TBMM’de onaylayan ilk ülke oldu.
Bu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda atılan çok önemli bir adımdır. Ancak sadece sözleşmeyi imzalamak yeterli değildir. Esas olan; sözleşmedeki standartları yasalara ve uygulamalara zaman yitirmeden yansıtmaktır.
Kadına şiddetin kaynağı; kadının eğitimsizliği, ekonomik bağımlılığı, işsizliği, örgütsüzlüğü, toplumsal duyarsızlık, ayrımcılık ve “erkek egemen” kültür ile “feodal” yapıdır.
Bu nedenleri ortadan kaldırmak için;
- Kadının eğitilmesi, birey ve kadın hakları konusunda bilinçlendirilmesi,
- “Kocasının eline bakmayacak“ şekilde ekonomik özgürlüğe kavuşması,
- Kadın istihdamının özendirilmesi,
- İstihdam garantili “Kadın Beceri Kursları” nın yaygınlaştırılması,
- Kadınların örgütlenmelerinin önünün açılması,
- Kadın örgütlerinin mücadelesi, medya desteği ve toplumsal duyarlılık gerekiyor.
Sonuç olarak: Kadına yönelik şiddet; hepimize uygulanan şiddettir. Bir bilge “bir toplumu tanımak istiyorsanız kadınların nasıl yaşadıklarına bakın” diyordu. Şiddetten arınmış bir toplumda cinsiyetlerin özgürce ifadesini bulması temennisiyle.
Saygılarımla