Adalet, Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin hadislerinde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hüküm verme, doğru yolda yürüme, davaya yönelme, dürüstlük ve tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurur:

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisâ, 58)

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ, emaneti ehline vermeyi ve insanlar arasında hüküm verirken adaletle hükmetmeyi emretmektedir. Burada verilen emirlerin muhatapları genel anlamda tüm insanlar, özelde müminler, daha da özelleştirirsek yöneticilerdir. Zira adalet ve emanet gibi kamu adına sorumluluk taşıyan görevlerin yerine getirilmesi, bu şahıslara ve zümrelere yüklenmiştir.

Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki temel unsur sayesinde sağlanmış ya da kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Emanetler ehline verildiğinde, adalete riayet edildiğinde toplumda huzur ve saadet hâkim olmuştur. Hâlbuki ihanetler ve zulümler ise kargaşanın, savaşların, servet ve neslin helak olmasının başlıca sebeplerinden olmuştur.

Emanet, korunması istenen maddî veya manevî her türlü değerdir. Kişinin kullanıp geri vermek üzere aldığı bir eşya emanet olduğu gibi, devletin yönetim makamları, ilim, din, antlaşma, sözleşme, komşuluk hakları da emanettir. Bunlar korunmalı, ilgililerine teslim edilmeli, verildiği maksat doğrultusunda kullanılmalıdır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Münafığın üç belirtisi vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Müslim, Îmân, 107-109)

İnsanlar arasında hüküm, genellikle ihtilaflar ve davalar neticesinde ortaya çıkar. Adalet, burada haklı olanı haksızdan ayırmak, hakkın kime ait olduğunu tespit etmek suretiyle gerçekleşir. Adalet, eşitlik ve dengeyi sağlamaktır. Eşitlikten kasıt herkesin aynı muameleyi görmesi değil, herkesin hak ettiği ölçüde ve lâyık olduğu şekilde muamele görmesidir. Güçlü bile olsa haksız olanın, zayıf bile olsa haklı olanın hukuk karşısında eşit muamele görmesi gerekir.

Adaletin sağlanması için doğru bilgi, hakkaniyete uygun ölçüler gereklidir. Hukuk kuralları işte bu sebeple oluşturulmuş ve düzenlenmiştir. Ancak bu kurallar, ilâhî irşaddan bağımsız olarak insanların kendi çabalarıyla belirlenirse eksik kalabilir. Zira insanlar sınırlıdır ve mutlak ölçüler geliştiremezler. Bu durumda, düzenli mahkemeler bulunsa da adalet tam olarak gerçekleşmez. Allah Teâlâ, kâinatı ve insanı yaratırken mîzanı da koymuştur. Mîzan, maddî ve manevî alanlarda denge, hakkaniyet ve adalet ölçüsüdür. Bu mîzanı bulmanın en sağlam yolu, ayet ve hadislerdir. Bu kaynaklarda açık bir hüküm bulunmadığında ise maslahat, kıyas, ictihad ve örf yoluyla adaletin gereği ortaya çıkarılır.

Adaletin sağlanmasında iki temel teminat vardır:
a) İmana dayalı ahlâk,
b) Toplumun emanete ve sorumluluğa dayalı denetimi.

Bu teminatlar yerli yerinde olduğunda adaletin gerçekleşmemesi için hiçbir sebep kalmaz. Allah şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)

Adalet, insanlar arasında saadeti sağlayan en önemli unsurdur. Zira adalet, Allah’ın yeryüzündeki ölçüsüdür. Yüce Allah, hakkı gerçekleştirmek, iyiliği yaymak, mazluma yardım etmek, zayıfı korumak ve toplumda barış ve sevgiyi sağlamak için bu ölçüyü göndermiştir.

Adaletin insanlar arasındaki yansımaları üç temel alanda tecelli eder:

Kişinin Rabbi ile olan ilişkisi:
Bu bağlamda adalet, kişinin sahih imanla, doğru akide ve tevhid ile Allah’a yönelmesidir. Kur’an ve sünnete bağlı kalıp amelde ve sözde istikamet üzere olan kişi, Rabbiyle olan ilişkide adaleti yerine getirmiş olur.

Kişinin nefsiyle olan ilişkisi:
Nefse karşı adalet, şehvet ve arzulara karşı Allah’ın hududunu korumakla sağlanır. Haramdan kaçınmak, Allah’ın gazabını gerektirecek fiillerden uzak durmak bu kapsamdadır.

Kişinin diğer insanlarla olan ilişkisi:
Başkalarının hakkına tecavüz etmeden, hakları tam zamanında ve eksiksiz teslim ederek, gerektiğinde kendi hakkından fedakârlık ederek adalet sağlanabilir. İnsanların eziyetlerine sabrederek, güzel muamelede bulunarak ve nasihat ederek de bu adalet pekiştirilir.

Çocuklar Arasında Adalet Örneği:
Adaletin uygulanabileceği en temel alanlardan biri ailede, özellikle çocuklar arasında adalettir. Çocuklara eşit davranmak, hepsini faziletli terbiye ve İslami ahlakla yetiştirmek, onlara Allah’a kul olmayı sevdirmek, küçük yaşlarda din eğitimine teşvik etmek adaletin bir yansımasıdır.

Numan bin Beşir (r.a.)’dan rivayetle:
Babası kendisine bir hediye verdi. Annesi “Bunu Resulullah’a bildir, gönlüm razı değil” dedi. Peygamberimize gittiklerinde Allah Resûlü “Tüm çocuklarına bu şekilde verdin mi?” diye sordu. Babası “Hayır” deyince, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adil olun.”
Babası da çocuğuna verdiği malı geri aldı. (Buhârî)
Diğer bir rivayette Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Beni zulme şahit kılma. Ben zulme şahit olmam.” (Müslim)

Sulh ve Hakemlikte Adalet:
İki fert ya da iki grup arasında arabuluculuk yapanlar, taraf tutmadan ve iltimas geçmeden adaletle hareket etmelidir. Hucurât Suresi 9-10. ayetlerde bu açıkça belirtilmiştir;
"Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah’ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever.” (Hucurat, 9)

Tanıklıkta da doğruluk esas olmalıdır; “Tanıklığı dosdoğru yapın.”(En’âm, 152) “Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için hakkı ayakta tutarak adaletle şahitlik eden kimseler olun.” (Nisâ, 135)

Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’yi Yemen’e vali olarak gönderirken şöyle buyurmuştur:

“Ey Ali! Sana iki davalı geldiğinde, her ikisini de dinlemeden sakın hüküm verme.”
Hz. Ali, hilafeti döneminde de bu tavsiyeye sadık kaldığını ifade etmiştir.

Peygamberimiz ayrıca şöyle buyurur:

“Hakim, öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin.”
Bu, hâkimin tarafsız kalabilmesi için önemlidir.

Hz. Zeyd Hadisesi:
Hz. Zeyd, Peygamberimizin yanında kalmayı kendi hür iradesiyle seçmiş ve Peygamberimizin adaletini ortaya koymuştur. Babası ve amcası gelip fidye karşılığında Zeyd’i almak istediklerinde, Peygamberimiz onu serbest bırakmış, karar hakkını Zeyd’e tanımıştır. Zeyd ise “Ben senin yanında kalmak istiyorum” diyerek Allah Resûlü’nü tercih etmiştir. Babası ve amcası, Peygamberimizin bu adil tutumuna hayran kalmışlardır.

Taberî’nin Yorumu:
Büyük müfessir Taberî, Ebu Cafer’in rivayetine dayanarak şöyle der:
“Yüce Allah, Müslüman idarecilere ‘Ey Müslümanları yönetenler! Halkın işlerinde adaletli olun, görevleri ehline verin, hiçbir kimseye imtiyaz tanımayın, kamu mallarını haksızca dağıtmayın, liyakatsiz kişilere vermeyin’ diye öğüt vermiştir.”

Adaletin bir anlamı da eşitliktir. Allah’ın hükümlerinde herkes eşittir. Amir, memur, zengin, fakir, âlim, öğrenci, erkek, kadın, Müslüman ya da gayrimüslim fark etmez; Allah’ın adalet ilkesi karşısında hepsi eşit haklara sahiptir. Peygamberimiz Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnızca takvadadır. Ey insanlar! Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır.”
Sonuç olarak;Adalet ilkesi, ailede, toplumda ve devlette vazgeçilmez bir unsurdur. Adaleti yitiren bir devlet yıkılmaya, ümmet parçalanmaya, birey ise yok olmaya mahkûmdur. Adaletle yaşamak ve yaşatmak, yeryüzünde huzurun anahtarıdır. Selam ve dua ile.