Çocukluğumdan beri hep hayalini kurduğum mesleğimin otuz bir yıllık yaşantımın her aşamasını severek yaptım. İnsanların içinde v ar olan sevgiyi büyütür gibi bende içimde var olan meslek sevgisini büyüttüm. Mesleğimin her aşamasında, heyecan duyarak mesleğimi yücelterek, kıymet vererek mesleğimi icra ettim ve halen de aynı özveri içerisinde haz ve heyecan duyarak mesleğimi sürdürmeye çalışıyorum...
Her ne kadar okul yıllarında başka bir meslek için hayallerim olmuş olsa da yıllar bana bu mesleğin benim için biçilmiş kaftan olduğunu öğretti. Çünkü insanlara bir şeyler öğretmek onlarla bildiklerimi paylaşmak çok yüce bir duyguymuş, sizden beklentisi olan insanlara bir şeyler ulaştırmak, hele ki geleceğimiz olan çocuklarımıza ve gençlerin hayatına dokunmak, yaşamlarında iz bırakmak, tarifsiz bir mutluluk ve onur vericidir.
Gazetecilik mesleği benim için kutsal bir görevdir. Bu mesleğe İstanbul gibi bir şehirde başlarken heyecanla birlikte bir korku kaplamıştı ruhumu, aylar sonra saha ilk çıktığımda kendime inanmıştı bu mesleğin ilke ve ahlak kuralları içerisinde başaracağıma inanmıştım. Bu inanç doğrultusunda mesleğimdeki deneyimleri daha da ileriye taşıma çabası içerisindeyken, 1 yıl sonra döndüğüm Diyarbakır’da bir süre ara verdikten sonra tekrar mesleğime başlamam benim bu meslekten geri kalmayacağımı anlamıştım. Değişik ajans ve gazetelere haber ulaştırmanın heyecanıyla bir yandan da köşe yazarlığını sürdürmeye başladım. Bahsettiğim bu duygular bir tek bana özgü değil hemen hemen bütün gazeteci meslektaşlarım bu heyecanı yaşamışlardır.
Gazetecilik mesleğinin yanında özelikle sosyoekonomik anlamında ihtiyacı olan ailelere de katkı sunma amacıyla zaman zaman yardımlar gerçekleştirmenin mutluluğuyla birlikte o ailelerin çocuklarının mutluluklarına şahit olmak müthiş bir duygu, bu meslekte öğrendiğim en önemli şey ise, sosyoekonomik anlamda ihtiyacı olan ailelere, yetim çocuklara ulaşmaktır. Hani babamızı veya annemizi yitirdiğimiz boynumuz bükük kalır ya, işte bu insanlarında boynu hep büküktür. Bu insanlara ulaşmak çokta zor bir durum değildir. Bir mahalle veya bir sokak ötemizde kendilerine uzanacak bir el, ya da sıcak bir gülümseme yeter onlar için.
Peygamberimizin yetim çocuklara apayrı bir şefkati vardı. Onlara çok müşfik davranırdı. Kendisi de yetim olarak büyüdüğü için, yetimliğin ne kadar acı ve zor olduğunu biliyordu. Yetimlere olan merhametinden dolayı, devamlı olarak onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.
Ebû Cehil, bir yetimin vasisiydi. Çocuğun bütün malı yanındaydı, fakat ona koklatmıyordu.
Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak geldi, malından bir-şey istedi. Ebû Cehil, azarlayarak yanından kovdu. Sonra da Kureyş'in ileri gelenleri çocukla alay ederek, "Muhammed'e git de, sana yardımcı olsun" dediler.
Onların bu kötü niyetini anlamayan saf ve masum çocuk doğruca Peygamberimize gitti. Halini arz etti. Peygamberimiz çocuğu yanına alarak Ebû Cehil'in bulunduğu yere geldi. Yetimin hakkını vermesini söyledi. Peygamberimizi karşısında gören Ebû Cehil hiç itiraz etmeden yetimin malım iade etti.
Ebû Cehil'in bu uysallığını gören müşrikler, "Sen de sapıttın, Muhammed gibi çocuklaştın" diye onu küçümsediler.
Ebû Cehil tuhaf bir haldeydi. Onlara şöyle dedi:
"Hayır, siz de benim yerimde olsaydınız, aynı şeyi yapardınız. Çünkü onun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam bana saplanacaktı."
Peygamberimizin kendi evinden de yetim eksik olmazdı. Hz. Hatice ile evlendiğinde, Hatice validemizin ölen kocasından Hind isminde bir erkek çocuğu vardı. Peygamberimiz o yetime kendi öz çocuğu gibi bakmış, yetiştirmişti.
Bizde çocuklarımıza sahip çıkalım, çocuklar masumdur. Çünkü Gençlik, toplumların dinamiğidir, Gençlik, toplumların enerjisidir, Gençlik, toplumların çığlığıdır, bu sebeple ki,
Çocuklarımıza, yetim çocuklarına ve gençliğimize sahip çıkalım yani yarınlarımıza, hayallerimize sahip çıkalım. Sevgilerimle…