Geçtiğimiz günlerde Avukatlar Günü kutlandı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çiçekler verildi, sosyal medyada süslü mesajlar paylaşıldı.

Ama bir avukat olarak, bir yurttaş olarak içimden geçenleri sadece kutlamayla geçiştiremiyorum.

Çünkü uzun zamandır içimizde bir şey eksiliyor. Adalete duyduğumuz güven… Ve bu güvenin eksildiği her yerde, savunma da sessizleşiyor.

Avukatlık artık sadece dava kazanma mesleği değil. Gittikçe büyüyen bir sabır işi, bir dirayet sınavı, bir sessizlik yürüyüşü. Çünkü çoğu zaman ne söylediğimizin, hangi kanunu anlattığımızın, hangi içtihadı sunduğumuzun bir önemi kalmıyor. Hissediyoruz bunu… Duruşma salonunun soğuk duvarlarında yankılanmayan sesimizden, yüzümüze bile bakmadan karar veren bakışlardan, adliye önlerinde bekleşen umutlu ama yorgun insanlardan.

Bazen bir dosyaya bakıyorum; orada sadece bir müvekkil değil, bütün bir halkın çaresizliği var. “Avukat Bey, siz hâlâ umutlu musunuz?” diye soran bakışları unutamıyorum. Ne diyeyim? Umut, bizde tükenirse, başka kimde yeşerecek?

Keşke bu yazıyı sadece tebessümle yazsaydım. Keşke her şey yolundaymış gibi yapsaydım. Ama gerçek şu ki; adaletin sesi gittikçe kısılıyor ve bu ses, en çok da avukatların iç sesiyle çatışıyor.

Ben Avukatlar Gününde bir çiçek ya da tebrik beklemiyorum. Bir durup düşünülmesini istiyorum sadece.

Savunma olmazsa adalet olmaz.

Avukat susarsa, toplum susturulur.

Ve biz, her şeye rağmen, susmamaya yemin etmiş insanlarız.

Kutlamaktan çok, hatırlayalım bugün.

Bir halkın adaletle bağının, bir avukatın diliyle kurulduğunu…