Hatırlarım, çevremizde işçi ya da memur olarak çalışan insanlar, hayatlarını idame ettirme noktasında pek de şikayet ettiklerini duymazdık.

Üstelik evde başka da çalışan kimse olmazdı.
En fazla eşler çalışırlardı.
Emekli olmak için çaba da sarf etmezlerdi, emekli olmamak için bin dereden su da getirmezlerdi.
Tadını alarak yaşamlarına devam ederlerdi.
Yine hatırlarım o çevremizdeki eş – dosttan, emekli olanların emeklilik sonrası aldıkları ikramiye ile ortalama bir ev ya da bir araç alabildiklerini görürdük.
Bazen belki üzerine az bir miktar eklemek kaydıyla alabiliyorlardı.
Yıllarca verdiği emeğin karşılığıyla alınmış o evde yaşamanın tadı ve aynı şekilde alınmış aracını kabarık bir göğüsle kullanmanın mutluluğunun tarifi zor olsa gerek.
Yıllar yılları kovaladı, dünya o nispette değişti.
Avrupalı emeklilerin, partnerleri ile dünya turuna çıkacak kadar müreffeh yaşadığı günümüz dünyasında Türkiye’deki emekliler ise günü değil saati nasıl devireceklerinin hesabını yapıyorlar adeta.
Bu kıtalar ve ülkeler arasında kıyaslamalar yapmak çok tarzım değil. Zira gerçekten insanın canını acıtıyor ve onurunu zedeliyor. Ama bir istisna yapmış olduk.
Metropolleri işin içine katmadan kabaca bir hesap yapacağız, Diyarbekir koşullarında.
Sadece iki kişilik bir ailenin yaşanılabilir bir evde kalmanın kira bedeli 15 bin liradır.
Bireysel apartmanlarda aidat olarak bin lira gerekiyor.
Evdeki tüm faturaların karşılığı, 4 bin lira olarak kayda geçelim.
Haftalık zaruri Pazar masrafını 8 bin lira olarak yazalım.
Toplamda 28 bin liralık bir ihtiyaç var.
Ve dikkat edin tüm ihtiyaçları minimize ettim ve üstelik ‘hayati’ listenin dışına çıkmadım.
Yani bu listeye kırmızı eti, sinemaya gitmeyi, hafta sonu şehrin gezilecek bir yerini ziyaret etmeyi, ayda bir iki defa dışarıda yemek yemeyi eklemiyorum bile.
Yani bu listeye okula giden çocukları ve onların bitmek bilmeyen hem okul hem de sosyal hayat masraflarını da katmıyorum.
Ve mevcut durumda en düşük emekli maaşı 14.460 bin lira.
Matematik bilimine aykırı bir yaşam içindeyiz vesselam.
Matematiğe, sosyolojiye, psikolojiye aklınıza gelebilecek tüm bilim dallarına aykırı yaşıyoruz.
Bu işin metropol ve metropolde yaşamaktan kaynaklı ekstra harcamalarını katmıyorum.
Düşünseniz her ay ‘içeridesiniz’.
Yani her ay zarardasınız, bir nevi ya cepten yiyeceksiniz ya da candan.
Böylesi durumda olan herhangi bir işletme, birkaç ay içinde iflasını ilan eder ve gider evinde oturur. Ama bizim insanımızda böyle bir lüks de yok maalesef.
Bu yazdıklarıma, hastalanma riskini, ilaç alma zorunluluğunu, otobüse bedava binememe durumunu da eklemiyorum.
Sadece nefes alacak kadar yaşama pozisyonundan bahsediyorum.
Yazık ve yazıklar olsun desek tüm sorulara cevap olmuş olur muyuz bilmiyorum.
Ama hakikaten yazık ve yazıklar olsun.
Dünyanın en tarafsız iki şeyinden biridir ‘zaman’.
Kimsenin gözünün yaşına da bakmaz vaktinde yaşadığı hayatın da.
Geçer ha geçer.
Garip olan başka bir şey daha var.
Emeklileri ve hatta çalışanları da böyle gülünç maaşlara bağlayan ‘vekillerimizin’ aldıkları net maaş ise 170 bin liradır (Resmi verilere göre)
Buna ek ödemeler, harcırahlar, iletişim ve ulaşım yardımları, sağlık katkılarını falan eklemiyorum. Hatta bir defa emekli olmuş ve sonradan tekrar seçilen bir vekilin emeklilik maaşıyla birlikte maaş aldığında da bahsetmiyorum.
Salt maaş, 170 bin.
Kulağa çok hoş geliyor ama herkes için cebe gelişi yok.
O salt maaş bile beli iki büklüm olmuş emekli ve kimi çalışanların onlarca katı.
Asilin yokluk içinde kıvranıp 3–5 kuruşa mahkum edildiği bir coğrafyada, o asilin vekalet verdiklerinin refah ve mutluluk içinde yaşaması hak ve adalet değildir.