Halepçe, sadece zavallı bir diktatörün gözü dönmüşlüğünün fotoğrafı değil, çıkarlarını hep önde tutan ve sadece kendilerine hizmet edenleri sevenlerin de görmezden gelip neredeyse alkışladığı korkunç bir trajedidir.
Elma kokulu kimyasalların Halepçe’ye atılmasından birkaç gün sonra Kuveyt’te ‘İslam Konferansı Zirvesi’, 42 adet ‘Müslüman’ ülkenin devlet başkanlarının iştiraki ile toplandı.
Bu zirvede, Filistin’den Afganistan’a, Filipinlerden Bulgaristan Türklerine, Sudan’dan Moritanya’ya kadar geniş bir coğrafya hakkında kararlar aldılar. Birçok ülke kınandı, ölenler anıldı ve rahmet okundu ama daha yaydığı elmanın kokusu burunlarda olan ve de burunlarının dibindeki Kürtlere yapılan soykırımı görmediler.
Saddam’ı eleştirmek kimsenin aklına gelmediği gibi neredeyse tüm Arap yetkililer Saddam’a olan hayranlıklarını hiç gizlemediler.
Ama Allah ve tarih yarına bırakır da kimsenin yanına bırakmaz. 2006 Kurban Bayramı’nın ilk günü o katilin boynunda ilmeği gördüğümde sadece ağladım.
Ağladım ve teşekkür ettim Allah’a.
Teknoloji bu kadar gelişkin değildi. Doğal olarak meydana gelen kimi durumları geç öğrenebiliyorduk. Ve fakat kardeşlerime uygulanan soykırım çok hızlı yayılmıştı.
Acıyı ve sevinci ayırt edecek yaştaydım. Diyarbekir’in üzerine kara bir bulutun çöktüğüne şahidim. İnsanlara dokunsan ağlayacaklar gibiydiler. Herkesin ağzından ‘Ax Malaminê’.
Yıllar geçti, soykırımda hayatlarını kaybedenler her yıl rahmet ve minnetle ama katil ve sessiz kalanlar ve destekleyenler lanetlerle anılıyorlar.
Bu da halkımın acısını biraz hafifletir belki.
Halepçe, İnsanlığın gerdanındaki sonsuz günah …
KİMİN BAYRAMI BU NEWROZ?
Valla sorumda ciddiyim.
Bana sorarsanız hiç de önemli değil. Kim ‘benim bayramımdır’ diyorsa onun bayramıdır.
Baharı, barışı, özgürlüğü, huzuru ve muhabbeti talep etmek, bunu bir bayram havasında kutlamak herkesin hakkı.
Kalkıp burada Newroz’un tarihsel hikayesini anlatmayacağım.
Bunca yaşanmışlıklardan sonra bunu bilmeyen de kalmış olmasın bir zahmet.
Ama yıllardır canımı acıtan ve beni hayretler içinde bırakan başka bir konuya hafif temas etmek istedim
Hatırlıyorum bizim Silvan’ı çepçevre saran dağlardan ağabeylerimiz yaktıkları tekerlekleri aşağıya yuvarlardı. Sonra köşe başlarında irili ufaklı guruplar şarkılar söyleyerek kutlarlardı Newroz’u.
Yüzlerce mitolojik hikaye ile anlatılır Newroz.
Nerden geldiği, nasıl olduğu, hangi coğrafyada daha çok bilinip kutlandığını ve uğruna neler yaşandığını herkes bir pencereden anlatır.
Ama en garip pencere şu ki; Yıllarca Newroz’u kriminalize eden, kutlayanlara olmadık eziyetleri reva gören, Nevroz değil de Newroz diyenlere korkunç işkenceler yapan sistemin ve şahısların zaman geçtikçe tam bir çark içine girmiş olmaları.
Aslında Newroz’un Nevroz ve bir Türk bayramı olduğunu, Orta Asya’dan çıkışın simgesi olduğunu falan söyleyip durdular.
Çok komik ve çocukça kutlamalar yapıp içine düştükleri ateşlerin üzerinden atladılar.
Demir dövdüler ki, görsel olarak en komiği de bu bana göre.
İşte canımı acıtan soru burada dökülüyor dilimden; kardeşim, madem böyleydi ve kutlanabilir bir bayramdı Newroz, neydi bizlere yaşattığınız?
Hadi diyelim ki yaşattınız insan dönüp bir ‘özür’ dilemez mi?
Bence özür dilemek erdemdir.
Ama bizim bu coğrafyada yabancısı olduğumuz bir durum.
Ayrıca, kimin bayramıysa bayramıdır kardeşim.
Dileyen dilediği gibi kutlayabilir ve dilediği mitolojik hikayeye bağlayabilir.
Benim derdim reddedilen, kutlayan ve sahip çıkanlara yapmadıklarını bırakmayanların hangi yüzle Newroz’u kutladıkları ve sahiplendikleridir.
Gariplikler ülkesi vesselam.
Biz yine de avazımız çıktığı kadar ve mutlaka da Hesen Zîrek’in Newroz şarkısını dinleyerek
BİJÎ NEWROZ diyelim.