Vazgeçmek, hayatımıza sinsice girip yerleşmiş en tehlikeli tuzaklardan birisidir.

Zorluklar, başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları karşısında bu kolay bir çıkış yolu gibi görünebilir. Kolay ve kısa bir süreliğine de olsa ‘kurtulduk’ hissine kapılabiliriz. Ve lakin, vazgeçtiğimizde sadece hedefimizden değil, potansiyelimizden de uzaklaşmış oluruz. 
Her başarısızlık, aslında bize yeni bir şey öğretir ve daha güçlü bir şekilde ilerlemek için önemli fırsatlar sunar. Vazgeçmek, sadece bir anlık rahatlama sağlar, ama gerçek mutluluk, hedefe ulaştıkça gelir.
Vazgeçmek, çoğu zaman süslü dünya gibi gelir bize. Ama süslerin bir hayal olduğunu, başımız kas katı gerçeklere çarptığında anlarız. Anladığımız an da iş işten çoktan geçmiş oluverir.
Ertelemek, vazgeçmekten biraz daha sinsi bir engeldir. "Yarın yaparım" dediğimiz her gün, aslında birikmiş ve belki de altından çıkamayacağımız yüklerin altına girmemize neden olur. Böylece yapılabilecek işi daha zor hale getirir ve kaygı düzeyimizi artırır.
Bu kısır döngüye girdiğimizde, işler birikmeye devam ederken, motivasyonumuz da düşer. Mecalimiz kalmaz. Oysa küçücük adımlarla da olsa bir şeylere başlamak, işi bugünden yarına bırakmaktan çok daha faydalıdır. Zihnimizi, tenimizi, nefesimizi ve hevesimizi temizler, ilerleme kaydettiğimizi görür ve başarılı olmayı iliklerimize kadar yaşarız. 
Üşenmek, erteleme ve vazgeçmenin bir adım öncesidir. Genellikle ilk adımı atmak, bir şeyleri başlatmak zor gelir. Ancak, unutmayalım ki her başarılı kişi bir yerlerde, bir zamanlar üşenmişti ama yine de hareket etmeyi seçmişti.
Üşenmek, dışarıdaki hedeflerimizle değil, içsel motivasyonumuzla ilgilidir. Kendimizi zorlamadığımızda, hareketsizlik bir alışkanlık haline gelir. Ama bir şeylere başlamak, genellikle düşündüğümüz kadar zor değildir ve bir kez başlamak, o ilk adımı atmak bizi motive eder.
Daha ne olduğunu dahi doğru dürüst bilmeden, bir şey konusunda üşengeçlik göstermek, dünyanın en güzel yerini görmek üzere aldığımız bir biletin cebimizde boşuna durmuş olmasına benzer.
En hafif tabirle damarlarımıza yerleşmiş ya da yerleştirdiğimiz bir zehir gibidir üşenmek. Hayatımızda çoğu zaman, bir şeyler yapmak için hevesimiz olur, ama bir süre sonra bu hevesin yerini tembellik, erteleme ve hatta vazgeçme duyguları alabiliyor.
Ve bu son derece tehlikelidir zannımca.
Çoğumuz bu duyguları zaman zaman yaşarız. Bu hislerle başa çıkabilmek, hem kişisel gelişimimiz hem de başarıya ulaşmamız adına çok kritik bir rol oynar. Ve bir defaya mahsuben de olsa ‘başa çıkmayı’ bile ertelersek, geri dönüşü olmayan sorun ve zararlarla muhatap olabiliriz.
Bize sıradan gibi görünen bir sağlık sorunumuzu, ‘bana bir şey olmaz’ ya da ‘o kadar da pinpirikli olmamalıyım’ adı altında ötelersek, bir daha başka bir şeyi öteleyemeyecek sonuçlarla karşılaşabiliriz. 
‘Eee bunları zaten biliyoruz abi’ diye söylendi masa komşum mesai arkadaşım. Neredeyse hepimizin bu yazıya vereceği cevap bu. Ama çok azımız, bilmek önemli değil, hayata geçirmek, yaşamak ve paylaşmak önemlidir deriz.
Demeyince de yaşama ancak soluk soluğa yetişmeye çalışırız. Çoğumuz yetişememekle de yüz göz olur. 
Bakın yukarıdaki başlıklar hakkında birçok şey söylenebilir. Ama tüm bunları kendi sağlığımız konusunda düşünsek bile, olay ‘hayat-memat’ mevzusuna dönüşür.
Hissettiğimiz bir sancı ve ağrıyı öteleme, ertelediğimiz bir muayene, bu günde almayayım canım dediğimiz bir ilaç, ‘pazartesi’ başlarım yapmaya ya da bırakmaya dediğimiz bir durum, şu işimi de bitireyim giderim dediğimiz bir ziyaret …
Varın listeye sizler de ekleyin bir şeyler. Ama cümlelerin sonu hep hüsrana çıkıyor, hep geç kalmışlığın ağır faturasını ödemeye.
 Evet, zaten sayılı günlerden ibaret bu hayatımızı ‘vazgeçmeden, üşenmeden ve ertelemeden’ biraz daha yaşanılabilir kılabiliriz. Bunun için ‘pazartesiyi’ beklemeye gerek yok.
Bu gün başlayalım.
Bugün…