Yürüyorum kentin en işlek caddesinde, hiçbir göz görmüyor oysa işgali! Çabamız adı üstünde engelsiz bir yaşam, sen kimin umurundasın ki herkes kendi çıkarı ve menfaatti peşinde, kim düşünür memleketi ve insanlığı…
Zifiri karanlıkta okyanusun ortasında deniz fenerini arar gibi yaşamak ve yaşatmaktır engelli olup da hayattaki tüm zorluklara rağmen inatla engelsizce acıya direnmek. Çaresizce bekleyip umuda yelken açar gibi bir yardım elinin uzanmasın beklemek. Tek başına kaldığın zaman ise hayatın tüm acılarına katlanmaktır engelli olmak. Oysa ki hazan mevsiminde tek tek sararıp yere düşen yapraklar misali rüzgarın savurduğu yöne doğru savrulmaktır. Yaralar seni insanların anlayışsız ve umursamaz tavırları. Hani derler ya ateş düştüğü yeri yakar diye bu söz kimin için geçerli pek bilinmez. Oysa ateş çılgın bir kor olmuştur yüreğinde. Eve düşen yıldırım gibi önce seni yaralar sonra da seni seven insanları. Hayattaki en güzel duygu sevmek ve sevilmektir. Seni seven insanların ağır yükünü biraz olsun hafifletmek için yıkılma ayakta kal!...
Dışarıdan sana bakan insanların umursamaz, hor gören bakışlarına rağmen içindeki yaşama sevincini yitirmeden hayatı dolu dolu yaşa. Bırak kim sana nasıl bakıyorsa baksın. İster umursamaz bakışlarla isterlerse hayıflanarak baksınlar. Boş ver nasıl olsa herkes görmek istediğini görür. Onlar içlerindeki vicdanı yitirmişse o andan sonra onlar için yapacak hiçbir şey kalmamıştır. O andan itibaren sana düşen görev onları kendi vicdanlarıyla baş başa bırakmak olacaktır.
Asıl senin değil onların acınmaya ihtiyacı vardır. İnsanlık maskesinin ardında onları saklı düşleriyle baş başa bırakmak gerekir. Bu insanlık dersinden sonra herkes payına düşeni alsın. Kimi okuyucularım şu şekilde düşünebilir. Bu adam acıtasyon yapıyor. Laf salatası yapıyor diyenler de çıkabilir. Kimiler de bu acınılası gerçeği görmezlikten gelerek “bana ne kardeşim” diyebilir. Oysa ortada bir sorun ve sorumsuzluk olduğu aşikar. Bu sorun için insanların kalbini söküp çıkararak altından bir kalp mi yerleştirmek gerekiyor? Bunu yaptığımızda katılaşmış yürekler bir nebze olsun yumuşar mı? Engelli olup olmamak senin elinde değil ki!...
Bu Takdir-i İlahi bir durum. Yarının sana neleri kazandırıp neleri kaybettireceğini kimse bilemez.
Onun için engelli birini gördüğünüzde size uzanan yardıma muhtaç eli geri çevirmemek. Onu hor gören bakışlarla küçümsemek yerine yardıma koşmak insan olmanın insanca yaşamanın bir gereği.
Şimdi size engelli ama yaşama dair ümidini yitirmemiş yüreği kıpır kıpır bir kardeşimizi anlatayım. Onunla tesadüf eseri tanıştık ara sıra ziyaretine gidip hal hatırını sorarım. Bugün onun çektiği sıkıntıları anlamak ve anlatabilmek için küçük bir gezintiye çıktık. Yaşadıkları zorlukları anlatsam inanın hani derler ya kelimelerin kifayetsiz kaldığı anı yaşamak diye işte bu da o anlardan biri.
Merak edenler için söylüyorum adını vermek istemeyen bir vatandaş, üstelik evli bu kardeşimle yürüdüğümüz küçük bir mesafe ama onun için epey uzun ve meşakkatli bir yolculuk. Maalesef o da bazı insanların yaşadığı sıkıntıyı yaşıyor. Engelli ama hayata tebessümle bakıyor. O tekerlekli sandalyeyle ben yavaş adımlarla ilerliyorum. Kaldırımlarda engelli rampası olmadığı için sürücülerin kullandığı yolu kullanıyoruz. Yavaş yavaş anlatıyor bana o küçük yüreğinde kopan fırtınaları. Ağabey diyor “ben kaldırımlarda ilerleyemiyorum, çünkü kaldırmlar esnaflar tarafında işgal edilmiş, bir çok esnaf ürünlerini kaldırımlarda sergilediği, şimdi kaldırımları da aşarak yolu bile işgal etmiş durumdalar. Bu memlekette bizim özgürce yaşama ve dolaşma hakkımız yok mu? diye veryansın ediyor. Ve devam ediyor sözlerine “içimde saklı kalan bir okuma tutkusu var
engelli olduğum için okula da gidemedim”. Anlatırken gözler doluyor kelimeler boğazında düğümleniyor. Bu vahim durumun gerçeklerini kendim görünce üzüldüm ve bir şey yapamadım. Sevgili kardeşim, gibi nice engelli kardeşlerimiz var. Onları bir nebze olsun sevindirmek için unutmamak unutturmamak gerekiyor. Bilmem anlatabildim mi?...
Saygılarımla