Sadece Cumhuriyet Dönemine bakıldığı zaman Kürtlerin yüzyıldır bir modern dönem mücadelesi verdikleri görülür. Burada kullandığım ‘Modern’ kavramına takılıp Kürtlerin de bu dönemde modern siyaset yürüterek haklarına kavuşmak istediklerini söylemek güç olur. Çünkü bu dönemde Kürtlerin, cumhuriyetin elitist anlayışına karşı ortaya koyduğu mücadele biçimi sadece siyaset açısından değil, askeri strateji ve sosyal-kültürel biçimlenmeler açısından da geri olduğu değerlendirilebilir. Bu şu da demek değildir: zaten devlet aklı Kürtlerin bu gibi ortaya çıkışlarını “eşkıyalık” diye nitelemişti, bu nedenle de geridir. Mesele bu değildir elbette. Önemli olan Kürtlerin bu süreçte kendi öz dinamiklerini ortaya çıkarırken bunların ne kadar modern ya da ileri siyaset kuramları bağdaşıp bağdaşmadığıdır.
Kabaca belirtmek gerekirse 1950’lere gelindiğinde Kürtler, irili-ufaklı 28 defa isyan biçimiyle devlete karşı çıkmıştır. Buna karşın devlet de, bir anlamda kurumsallaşmak adına, bu isyanlara karşı imkanlarının önemli bir kısmını harekete geçirmiştir. Bunun neticesinde Kürtler Dersim, Ağrı, Bitlis, Siirt, Bingöl, Van, Hakkari dağlarına sıkıştırılmış ve kendilerine “eşkıyalık” etiketi yapıştırılmıştır. Bütün bu harekatlardan devlet elbette galip gelmiştir ancak sorun da bitmemiştir. Peki bu neyin sorunu? Kürtler ve Türk Solu buna “Kürt Sorunu” demektedir. Ama esasen ne kadar Kürt Sorunu bu, bunun sınırını çizmek elbette ki çok zordur. Haydi “Kürt Sorunu” olsa bile adı çözümü nasıl olacak? Bu konuda ne Kürtler net ne de Türk Solu.
Günümüzde “Kürt Sorunu” ve çözümü adına yola çıkanlar ne yazık ki net değildir. Genel olarak kimi “silahla çözüm” kimisi “şiddet dışı çözüm” demektedir. “Silahla Çözüm” diyenler devletin kurumlarına tabi ki silah çekmektedir, değilse neden “silahlara veda” denmiyor? Bundan ısrar edenlere devlet de “silah” diyor. Bugün bu saat ve bu dakika da dahil bu yöntemde inat edilmektedir. Silahla Çözüm diyenler, hali hazırda “şiddet Dışı Çözüm” arayanlardan çok daha güçlüdür, peki ama bu “güç” devlete karşı da daha güçlü mü? İşte bütün sorun bu noktadan doğmaktadır.
Şöyle bir okuma yapalım: Silahla Çözüm diyen Kürtler, ki kendilerini “Silahlı Kürt Muhalefeti” olarak adlandırmaktadır, devlete diyorlar ki “Sen yüz yıldır askeri ve güvenlik politikalarında ısrar ediyorsun ama sosunu bu şekilde çözemiyorsun?” Yani gel benimle masa otur, demeye getirmektedir. Buna karşı devlet de diyor ki “Sen silahta bu kadar ısrar ediyorsun, senin de aldığın bir sonuç yoktur. Bu inadın ne?”.
Bu çözümsüzlükten kurtulmak gerekiyor. Bunun yolları vardır elbette. Yeter ki ideolojik ve duygusal davranma biçimleri bir kenara bırakılsın.
Yer yüzünde devlet silah kullanabilen yegane meşru bir organizasyondur. Bunun dışında silah kullanan bütün yapılanmalar meşru kabul edilmemektedir. Bugün Kürtler adına “özgürlük Hareketiyim” diyen PKK da dahildir buna. Hal böyle olunca bu yapının Kürtler adına meşruiyet kazanma, hak-hukuk talepli olduğunu iddia ederek genel kabul görmesi beklenemez. Bu durumda şiddet inadı ve bu anlamdaki “gurur meselesi” ile yürütülen davranışlardan uzak durulmalıdır. Kullandığı silahı “Halkların Demokratik” gerçekliği lehine bırakmalı, hatta bu anlamda bugüne kadar sebep olduğu can ve mal kaybından dolayı bütün Türkiye’den özür dilemelidir.
Bu noktadan sonra neler yapılmalı sorusunu da sormak ve yanıtını aramak gerekmektedir.
Devletin dünden bugüne yaptığı yanlışları temel alarak doğru politikalar üretilemez.Bir bina düşünelim. Temeli yanlış atılmış bir bina yükselebilir mi? Elbette ki hayır. Politika da böyledir. İnsanlar ve organizasyonlar kendi doğruları üzerinde politikalarını geliştirmelidir.
Bugün Diyarbakır Newroz’unda bir konuşmacı şu cümleyi sarfetti:
“Kürtleri yok sayamazsınız, işte Kürtler burada, meydanda. İşte Kürt halkı, işte newroz” dedi. Bunu inceleyelim biraz. Bir defa son yıllarda devlet politikası, Kürtleri tanımış, inkar sona ermiştir. Devletin en yetkili makamı “Kürt Kardeşlerim” demektedir her fırsatta. Geçmişte “Kürdistan” kavramı bile kullanılmadı mı? Demek ki bu anlamda bir inkar yok ve Diyarbakır Newroz’undaki bu belirleme sürecin çok çok gerisinde. İşte böyle gerilerden gelinirse doğru temelde bir politika da ortaya konulamaz.
Yine inkar politikasının terk edildiği şu örnekte de görmek mümkündür: Kürt Müziği üzerinde hiçbir yasak kalmamıştır. Her vatandaş istediği zaman Kürt müziğini dinleyebilmektedir. En basit ifadeyle herkesin arabasında mutlak surette Kürt müziği dinlenmektedir. Eskiden bir Kürtçe kaset nedeniyle Kürtler kendilerini cezaevinde bulmaktaydı.
Bir başka örnek ise, devlet üniversitelerinde açılmış olan Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümleri ve buralarda yapılan Kürtçe eğitim, bununla beraber devletin resmi kanalı TRT’de 24 saat kesintisiz yapılan Kürdî yayın.
Devlet bütün bunları yaparken “silahla çözüm” diyenler bunu reddi yolunu seçtiler. Bundan kim zarar gördü ve hala görmekte? Tabi ki Kürtler. Devletin bu gibi adımlarını politik kazanımlardan saymak gerekmiyor mu?
Bütün bunları görmek ve şiddet dışı siyaseti bu olgular üzerinde temellendirmek gerekiyor.
Gün gelir belki bundan da geç kalınmış olur.
Saygıyla…