Hakikat dört köşelidir, insan durduğu yerden iki köşeli görür. Dolayısıyla insan, onu hakikate götüren araçları hakikatin kendisinden daha fazla önemser çoğu zaman. Bu önemseme de beraberinde daima 'kutsamayı' getirir. Kutsamak felsefi yahut dini bir tavır değildir, ideolojik bir tavırdır.
Mesela Cemaleddin Afgani için birileri İngiliz ajanıdır der, birilerine göre İslam’ı reforme etmeye çalışan bir reformisttir. Birilerine göre de masondur. Abdulhamit’e göre ise hilafetle saltanatı birbirinden ayırarak Osmanlıya zarar vermeye çalışmış bir adamdır.
Tarihteki geleneksel sapmalar medrese alimlerinin de kendilerini kutsamalarına mahal vermiştir. Meselaİmam Gazali yazdığı kitap için, bu kitap bana yazdırıldı, bu kitabın olduğu evde yangın olmaz ve evi su basmaz der. İbni Arabi de Mevlana’da da bu tarz söylemler mevcuttur.
Saidi Nursi de bir medrese mollasıdır. Dolayısıyla bu geleneğin içerisindeki bazı tavırlar onda da mevcuttur. Öte yandan Said-i Nursi'nin muhakematı satır satır ezberlenip okunması gereken bir kitaptır. 1911’de yayınlamış, dolayısıyla henüz pozitivist bir kavga yok, seküler bir politika uygulanmıyor. Bir halife var. O dönem Nursi'nin satır aralarında söylediği şeyler çok önemlidir. Mesela, Cumhurun reyinin haricinde kalan rey, reddedilmez, akılların istidadına bırakılır der. Akılların istidadına bırakılan bir rey, ideoloji doğurmaz, kutsamaya imkan tanımaz. Bu husus üzerinden çok mühim bir doktorinel bağımsızlık hikayesi çıkarılabilir. Fakat nurculuk diye bir ideoloji varsa, Saidi Nursi diye bir ideolog vardır. İslamcılık diye bir ideoloji varsa, seyit kutup gibi, Ali Şeriatı gibi bir ideolog vardır. Çünkü her kurumsallaşma beraberinde tanımla getirir. Her tanım bir sınırlama içerir ve kutsamanın zeminini inşa eder. Cemil Meriç; yobazlık savunma mekanizmaları elinden alınmış şarkın nefis budayıcısıdır der, yani ki savunma mekanizmaları elinden alınmış topluluklar için kutsama kültürü başroldedir.