Hannah Arendth, en büyük tezlerinden birini derlediği kitabının adı 'kötülüğün sıradanlığı'nda der ki; kötülük çok ekstrem çok istisna bir vaka değildir. Hayatta size çok normal gözüken insanlar çok büyük kötülüklerin sebebi olabilme potansiyeli taşır, mesela altı milyon insanın katlinde büyük rolü olan biri mahkeme savunmasında, ben sadece bana verilen görevi gerçekleştirdim diye durumu rahatlıkla sıradanlaştırabilir. Zira ailesi olan çevresi tarafından sayılan ve sevilen biridir.
Ünlü Sosyolog Bauman'ın Holokost ve modernizm makalesinde ele aldığı mevzu da benzerdir. Bauman, katliama katılanların nihai sonuçtan fiziksel ve psikolojik olarak uzak tutulduklarını, yaptıkları işin sonuca olan etkisini görememeleri ve katılımın artması için her türlü ahlâki sorgulamadan uzaklaştırıldıklarını dile getirir. Dolayısıyla, insanların yaptıklarıyla kitle katliamı arasındaki ilişkiyi görmelerine engel olan bu “ahlâki körlüklerinden” dolayı ayıplanamayacağını çünkü bunun doğal bir tutum olduğunu öne sürer ve günümüzde silah fabrikalarında çalışan sıradan insanların ahlâki yönden, yaptıklarının nihai amacı düşünüldüğünde sorumlu tutulup tutulamayacağını sorgular.
Bu süreçte herkes kendini masum “aracılar” olarak görür.
Benzer şekilde, kötülüğe maruz kalanların da fiziksel olarak toplumdan uzaklaştırılmaları, göz önünde olmamaları, konuşulması ve dokunulması imkânsız hâle getirilen insanlar olduğunu dillendirir. Onların, hakları ve gerçekliği ortadan kaldırılır ve işlemlerin yerine getirilmesini hızlandırır. İlişki içine girmedikleri, görmedikleri insanlar hakkında ahlâki bir vicdan muhakemesi yapmak, alıştırıldıkları rutin eylemlerin içinde neredeyse imkânsızlaşır. “Yalıtma” ilk başta psikolojik olarak başlar, bu nedenle kurbanların fiziksel olarak da silinmeye başlaması çok da dikkati çekmez.
Dolayısıyla Hannah Arentdh'in 'kötülüğün sıradanlığı' kitabında savaş pilotunun 'ben sadece bana verilen görevi yerine getirdim' savunusundaki basit ve kuralcı katılık ile Bauman'ın 'modern katliam' kaideleri benzerdir.