İtalya’nın Udine kenti ile Venedik arası trenle bir buçuk saat…
Geçmiş yıllarda bir çalıştay için Udine’ye gitmiştim. Davetlisi olduğumuz kurum yetkilisi, toplantıdan sonra bizi gezdirmek istediğini söyledi ve önümüze birkaç alternatif sundu. Bunlar; Udine kent merkezindeki tarihi ve turistik yerler, Trieste isimli bir sahil kenti ve Cividale adlı bir köyün gezilmesiydi. Bu önerilerden birini tercih edecektik. Hiç düşünmeden köyü tercih ettim. İtalya’da köy yaşantısı nasıldır merak ediyordum. Bir Avrupa köyünü görmek, bir sahil kentini görmekten daha cazip geldi bana o anda… Böylece Kulp’taki, Lice’deki veya Siverek’teki bir köy ile İtalya’daki, Udine kentinin bir köyünü karşılaştırma fırsatı yakalayacaktım. Düşüncem, isteğim buydu, adamakıllı bir köy görmeyi umut ediyordum.
Neyse, toplantı fazla uzun sürmedi, istasyona gittik. Tek vagonlu mini bir trene bindik, yarım saatten fazla süren bir yolculuktan sonra indik. İner inmez kocaman fabrikaların bacalarıyla karşılaştım, şaşırdım, şok oldum. Yanımızdaki rehbere “Buradan köye neyle gideceğiz?” diye sordum, “Köy burası” dedi.
İstasyondan çıktık, kalabalık bulvarlar, yüksek yapılı evler, dükkânlar… “Köy burası mı?” diye bir kez daha sormadan edemedim. Geldiğimiz yer Cividale isimli bir köydü. Sokakları geçtikçe gerçek köy çıktı önümüze; eski tarihi evler, yapılar adeta büyüledi bizi. Köyün merkezine doğru yürüdük, daracık sokaklara kırmızı halılar serilmişti. İstisnasız her sokakta seriliydi kırmızı halı. Sonradan öğrendim burası aslında turistik bir köydü… Yapma bir bebek yani… Tüm sokaklar, ortasında kocaman bir heykel olan meydana çıkıyordu. Dikkat ettim, tertemizdi sokaklar…
Köyün ortasında bir nehir geçiyordu… Bu nehrin iki yakasını birleştiren tarihi, taş yapılı uzunca bir köprü vardı. Köprünün iki yakasında da trafik ışıkları yönlendiriyordu sürücüleri, böylece sırayla geçiyordu arabalar. İki araç yan yana geçemiyordu çünkü. Köprünün isminin yazılı olduğu bir levha çarptı gözüme “The Devil’s Bridge” yani Şeytan Köprüsü… İnanın o anda hemen Siverek’teki “Şeytan Küçesi” geldi aklıma… Bu köprünün öyküsünü öğrenmek istiyordum. Rehberimiz köprünün tarihçesini anlattı… Çok eski zamanlarda; bu köprü yokken, köylüler iki yakayı birleştirmek için çareler arıyorlarmış. Ülkenin değişik yerlerinden, çeşitli ustalar getirtilmiş, ancak kimse bu denli uzun bir köprüyü yapmayı göze alamıyormuş. Sonunda Şeytan gelmiş, “Ben yaparım” demiş. Demiş demesine ama bir şartı varmış. Köyün en güzel kızını kendisine istiyormuş… “Kızı verirseniz, köprüyü yaparım” diyormuş. Köylüler günlerce kıza yalvarmışlar “Ne olur kabul et” demişler… Kız sonunda ısrarlara dayanamamış ve “peki” demiş. Şeytan köprüyü kısa zamanda bitirmiş. Sonra da kızı almaya gelmiş. Kız isteksizce, ağlayarak gelmiş şeytanın yanına… Şeytan kıza dokununca kız birden bir kediye dönüvermiş. Şeytan da ortadan kaybolmuş. O gün bugündür köprü “Şeytan Köprüsü” olarak anılır olmuş.
Köprünün altında, yarısı suya gömülü kocaman bir kayanın üzerine şeytanla kızı temsil eden bir de resim yapılmış…
Şeytan Köprüsü’nün öyküsü böyle işte…
Sahi Siverek’teki Şeytan Küçesi’nin de böyle bir öyküsü var mıdır?