Güçlü bir Türkiye istemeyen emperyal güçler, Türkiye’nin önüne tarihsel sorunlar, bir türlü de çözülemeyen uluslararası boyutta sorunlar bırakmışlardır. Bu sorunların başında elbette ‘Yunan Sorunu’ gelmektedir. Dönemsel olarak Türkiye’nin önüne ‘Bulgar Sorunu’ ile çoğu zaman kaşındırmaya müsait ‘Kürt Sorunu’ ve ‘Ermeni Sorunu’ da çıkarılmaya devam etmektedir. Hali hazırda Bulgar Sorunu bir sessizliğe gömülmüştür.
Türkiye’nin önüne çıkarılan bu sorunların özünü ‘Toprak Talebi’ oluşturmaktadır. Hatta İkinci Dünya Savaşının hemen ertesinde Sovyetler Birliği de Boğazlarının Birlikte Kontrolünü ile doğunun Kars ve Ardahan illerini kapsayan bir toprak talebinde bulunmuş, bu talebin yarattığı kaygı Türkiye’nin batıya yanaşmasına yol açmıştı.
Gelelim, bugün tüm hararetiyle gündemde yer işgal eden Yunan Sorununa.
Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan sorun Kurtuluş Savaşı’na kadar gitmektedir. Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesi üzerinde dış politikasını oluşturmaya çalışan genç cumhuriyetin başı ne yazık ki savaş ve savaş tehditleriyle hep ağrıdı. Bu ağrının baş tetikçisi hep Yunanistan olmuştur.
Kurtuluş Savaşı boyunca İngiltere başta olmak üzere diğer batılı ülkeler tarafından da zaman destek bulmuş olan ve Türkiye’ye sorun çıkartan Yunanistan’ı şimdilerde ABD açıkça desteklemektedir. Bu ülkede askeri üslerini çoğaltan ABD, içten içe hızlı bir şekilde silahlandırmaya devam ediyor. Bundan güç alan Yunanlılar, Türk hava ve deniz sahalarını işgal ederek Türkiye’yi taciz etmektedir.
Atatürk Döneminde iki ülke arasında nüfus mübadelesi sorunu mevcudiyetiyle bozulan ilişkiler Lozan Konferansında (1923) da çözümlenememişti. Milletler Cemiyetine havale edilen sorunu, kurulan komisyonlar da çözemeyince iki ülke arasında ilk büyük gerginlik de (1925) ortaya çıkmış oldu.
Gerginlikler devam ederken Yunanlılar Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyunca, Türkiye mukabelede bulundu ve İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu. Gerginlikler şiddetlenince iki ülke de bundan zarar gördü. 1926 yılında yapılan siyasi bir antlaşma ile geçici de olsa bir yumuşama yaşandı. Askeri çözüme varmadan Yunanistan Başkanı Venizelos, ülkesinin ödeyebileceği bedelin ağır olacağını tahmin ederek diyalog yolunu önerdi. Türkiye de buna karşılık verdi ve iki ülke arasında 1930 yılında Ankara Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma kapsamında İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler etabli-yerleşmiş sayıldı. Böylece 6-7 yıl devam eden gerginlikler sona erdi.
Bu tarihten sonra Türk-Yunan ilişkilerinde dostluk ve işbirlikleri gelişti. Bunun sonucunda Balkanlarda da barışın tesisi için somut adımlar atıldı ve 1934 yılında Balkan Antantı imzalandı. Fakat 1954 yılında baş gösteren Kıbrıs Sorunu ile iki ülke arasında gerginlik içeren süreç yeniden başlandı.
1954 yılından günümüze kadar olan süreçte Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki gerginlik, başta ABD ve zaman zaman AB Ülkelerinin bazılarının sorunu kaşımaları neticesinde devam ediyor.
Yunanistan’ın PKK Desteği
1990’larda Yunanistan’ın PKK’ya verdiği açık destek ve bu ülkede kurulmasına göz yumulan örgüt kampları nedeniyle iki ülke arasında ipler iyice gerilmişti. Hatta Yunanlıların ‘dostluğuna’ açıkça güvenen ve Suriye’den çıkmak zorunda kalan Abdullah Öcalan ilk nefesini burada almış hatta siyasi ilticayı cebinde bilmişti. Buna yanaşamayan Yunanlılar, Apo’ya ‘ihanet’ etmişti.
15 Temmuz Askeri darbe sonrasında FETÖ mensubu 12 asker Yunanistan’a sığınmıştı. Türkiye’nin bütün taleplerine ve girişimlerine rağmen Yunanlılar bunları iade etmediği gibi yargı önüne çıkarmadı. Seçilmiş hükümeti askeri darbeyle devirmek isteyen bir yapının mensuplarını, Türk hükümetine göre Yunanlılar koruma altına almış ve Yunan hükümeti de Türkiye tarafından ‘teröre destek veren ülke’ ile suçlanmıştı.
Ama bir gerçek var ki, Yunanlılar küresel güçler tarafından Türkiye’ye karşı hep maşa olarak kullanılmış, 1954 yılından sonra ise maşanın bir tarafı Kıbrıslı Rumlar olmuştur.
ABD, Türkiye’yi Bertaraf Mı Etmek İstiyor?
Yaşananlara bakılırsa, Yunanistan topraklarında ABD askeri üs sayısını arttırmaya devam ediyor. Görünürde, hedefi Rusya’nın sebep olduğu kaygı ise de Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyen ve bu yola girerken tek engelin Türkiye olduğunu düşünen ABD, ‘Türkiye’yi bertaraf mı etmek istiyor?’ sorusunu sormadan etmek mümkün değildir.
Gerçekten son yıllarda bağımsız politika uygulayan ve kendi çıkarlarını düşünen bir Türkiye olduğunu hesabı yapılırsa, burada bununla çelişen ve Türkiye’nin izlediği politik çizgiyi kendi için tehlike gören bir ABD de vardır. Suriye topraklarını korsan yollarla elinde bulunduran ABD, Türkiye için tehdit oluşturan YPG’ye açıktan silah desteği vermeye devam ettiği gibi, militanlarının eğit-donat sürecine müdahil olduğu savları da mevcuttur.
Hal böyle olunca Türkiye, ABD’nin dolaylı veya doğrudan müdahaleleriyle güneyden ve batıdan çevrelenmektedir. Bu çevrelenme doğrudan askeri yöntemlerle olduğu için Türkiye’nin kaygıları ve tepkileri artmaktadır.
Peki, olası bir Türk-Yunan Savaşı, Üçüncü Dünya Savaşına yol açabilir mi? Böyle bir durumu Türkiye’nin istemediği kesin ama isteyenlerin de olduğunu söylemek zor olmasa gerek.
Saygıyla…