Kış mevsimi yaklaşıyor; bizler sıcak evlerimize çekilip soğuk hava dalgalarının geçip gitmesini bekleyeceğiz. Peki, hiç durup düşündük mü? Şehirlerin kuytu köşelerinde, sokak lambalarının ışığı altında oturan ya da bir bankta geceyi geçiren biri için kışın sadece birkaç ay sürmediğini… Onlar için kış, bir yaz gecesinde bile tenlerine işleyen bir soğuk, bir “görünmezlik” duygusudur.

Evsizlerin dünyası, “dışarda kalan” bir hayattan çok daha fazlasını anlatıyor; çünkü aslında bu, barınma hakkının toplumdan yavaş yavaş silinmesi demek.

Evsizlik çoğumuzun gözden kaçırdığı, hatta bazen bilerek görmezden geldiği bir trajedi. Sokaktan geçerken başımızı öte yana çevirip hızla adımlarımızı sıklaştırırız. Sokakta yaşayanların çoğunun yüzleri, elleri, kıyafetleri, yaşadıkları hikâyeler bizlere yabancı gelir. Bu yalnızca toplumun değil, medyanın da kör noktasıdır. Evsizlik, bizlere bazen sadece bir istatistik, bazen bir "uzak" mesele gibi sunulur. Oysa bu bir tercih değil, bir kader değil, çarpık bir sistemin, yetersiz sosyal politikaların ve eksik toplumsal duyarlılığın sonucudur.

İnsanların temel ihtiyaçlarından biri barınma, bir sığınak bulabilme, insan gibi yaşama hakkıdır. Ancak sokakta yaşamak zorunda kalanlar için bu, erişilmesi neredeyse imkânsız bir hayaldir. Barınma hakkı onların sadece fiziksel güvenliğini sağlamaz; ruhsal olarak bir aidiyet hissi kazanmalarını, bir parçası oldukları toplumda insan yerine konulmalarını sağlar. Sokakta yaşayanların birçoğu için asıl zorluk yalnızca fiziksel koşullardan kaynaklanmaz; onları toplumun bir parçası olarak kabul etmememiz, önyargılarımız ve görmezden gelme refleksimizdir.

Toplumun çoğu, evsizleri bir "sorun" olarak görüyor; şehrin temizliği, güvenliği ve düzeni için bir problem. Fakat “sorun” olarak gördüğümüz evsizliğin ardında kaybedilmiş işler, sona ermiş ilişkiler, ruhsal sağlık sorunları, ekonomik krizler gibi hikâyeler var. Bu hikâyelerde kendimize uzak olmayan bir insanî durum yatıyor. Bu nedenle, evsizlikle ilgili çözümler üretirken yalnızca dört duvar ve bir çatı sağlamanın yeterli olmadığını unutmamalıyız. Barınma ihtiyacını karşılayacak projeler elbette değerli, ancak aynı zamanda evsiz bireylerin iş bulabilmesi, eğitim alabilmesi ve sağlık hizmetlerinden faydalanabilmesi için de kapsamlı bir sosyal destek sistemi gerekli.

Bu noktada, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler büyük bir sorumluluk üstlenebilir. Evsizlere yalnızca yiyecek yardımı yapmak yerine onlara uzun vadeli çözümler sunarak meslek edindirme, eğitim ve psikolojik destek sağlanabilir. Çünkü evsizlik, yalnızca bir sosyal yardım sorunu değil, aynı zamanda insani bir krizdir. Bir evsize sıcak bir çorba sunmak, o anlık bir açlık hissini dindirebilir ama ona güvenli bir yuva hissi yaşatmak, toplum olarak bizlerin daha kapsamlı adımlar atmasıyla mümkündür.

Evsizlik, toplum olarak hepimizin meselesidir. Şehrin herhangi bir köşesinde, herhangi bir gece, yalnızca birkaç dakika durup onları fark etmek; başımızı öte yana çevirmeden bakmak, onlara bir "merhaba" diyebilmek bile o görünmezliğin duvarında bir gedik açabilir. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, en savunmasız bireylerine ne kadar değer verdiğiyle ölçülür. Bu yalnızca “onların” değil, insanlık olarak hepimizin meselesidir.