Yağmurun altın değerinde olduğu bir günde sırılsıklam olmasına aldırmamıştı.  Ama sağanak yağmurdan değil, ıslanan cep telefonundan felç oluşuna fazlaca takılmıştı.

Cebinde duran telefon yağmur suyunu çekmiş, birden donuvermişti. Cep telefonu herkes gibi iş hayatını da etkiliyordu. Geçici görevde bir radyologdu ve telefonuna her an uzaktan yardım programı üzerinden bir film okuma talebi düşebilirdi.

Hızlıca eve girdi. Uzun zamandır kullanmadığı masaüstü bilgisayarını açtı. İnterneti açtı fakat bir sürprizle karşılaştı. Bağlantı gerçekleşmiyordu. İnternet kotası muhtemelen dolmuştu.

Hiç kullanmadığı ev interneti nasıl biterdi diye kendine sordu? Abone olduğu internet şebekesine mecburen kredi kartı ile ödeme yaptı. Ama öfkesinden bilgisayarı açmadı.

O anda uzun zamandır açmadığı televizyonu ile bakıştı. O da diğer aksiliklerle sözleşmiş gibi açılmıyordu. Aklına uzun zamandır görüşmediği televizyoncu arkadaşı geldi. Ama telefonunu kullanamadığından çalıştığı iş yerine randevusuz gitmeye karar verdi.

Yağmur nispeten dinivermişti. Güneş açmıştı. Gökkuşağı kenti bir uca, dükkan çok uzak değildi. Yürüyerek gitmeye karar verdi. Dükkana terleyerek vardı.

İçeride arkadaşı yoktu. Biri masada diğeri kenarda iki genç oturuyordu.

“Umud ustaya bakmıştım!”

“Birazdan gelir abê. İşin yoksa bekle.”

Kirli sakallı, bakımsız saçlı gencin işaret ettiği sandalyede oturdu. Her iki de genç telefona daldı. Dükkana bir sessizlik çöküverdi.

O anda içeriye onsekiz yaşlarında biri girdi.

“Selamün aleyküm. Ben internet kontrolü için geldim. İnternetinizde bir sorun var mı?”

İnternet sorunu olan kendisiydi.

“Bizde internet sorunu olmaz” dedi masadaki genç. Söylerken manalı manalı gülüyordu.

Yandaki traşlı genç,

“İnternet şebekelerine gıcığım. Geçende ev taşırken benden servis ücreti istediler. Özel paket kullanıyormuşum. Kızdım. Hemen iptal ettim. Bildiğim işi yaptım.”

Bildiği iş neydi?

“Benden daha iyi bilemezsin. Sekizinci kattan internete bağlandım ben.”

“Kaçak mı bağlandın?” diye araya girdi.

İkisi de gerilmiş bir halde ona dik dik baktı. Sürçülisan bir suçu itiraf etmişlerdi.

“Ona kaçak bağlama denmez. Ortak kullanım denir” dedi masadaki genç.

“Ama bağlandığın internetin ücretini başkası ödüyor.”

“Olsun. O da muhakkak başkasının hakkını alıyordur. Kimse dürüst değildir.”

“İnternetini kullanmak zaten haram değildir” diye destek verdi diğeri.

Kendi meselesini de anlayıvermişti. Kendi ev internetini bunlar gibi kaçak kullananlar bitirmişti. Her iki gencin öfkesine aldırmadan konuşmaya devam etti.

“Epeydir buradayım. Bir çay ısmarlamadınız. Muhtemelen niyetlisiniz. Ama kaçak internet kullanıyorsunuz.”

“Haram! Akşam teravihte hocaya sorarım.”

“Ben garibanın internetine bağlanmam. Zaten garibanın interneti de olmaz.”

“İnternet çağındayız. En garibanın bile interneti vardır. Hem kimin gariban olup olmadığına nasıl anlıyorsunuz? Gerçekte insanları mağdur ediyorsunuz. Mesela interneti kullandığınız bir doktorsa ve o doktor hastaların filmlerini okuyamıyorsa!”

Konuşmasının sonunda kendi gerçekliğini anlatmaya çalışırken karşısında sıkışan iki gence koz vermişti. Her iki genç rahatlayarak koltuklarında geriye yaslandı.

“Doktor niye internetten film bakıyor ki?”

“Hastaneden niye bakmıyor?”

Evet, tartışma tehlikeli bir evreye ilerliyordu. Şimdi ona geçici görevlendirmeleri, geçici görev üstüne geçici görevi, itirazları, mahkemeleri, fazla mesaiyi, taşeronlaşmayı ve mesajla film okumaları nasıl anlatacaktı? Tartışma biraz daha uzasa “doktorlarda beş dakika hasta muayene edip para alıyorsun”a kadar  varacaktı.

O anda arkadaşı Umud içeri girdi

“Hayırdır Suphi abê!”

“Hiç, sadece selam vermeye gelmiştim.”

“Senin bir derdin var!”

Derdini anlatamadan, anlatıp da bir çare bulamayacağından dükkandan, yağmura aldırmadan uzaklaştı.