Her çekirdek ailede olduğu gibi kişi anne baba yuvasından kendi ocağına göçerken, ilk geride bıraktıklarını düşünür.
Kimi zaman kış mevsiminde yan yana serili yer yataklarında anlatılan hikayelerin derin uykusunu anımsar; kimi zaman gün ağardığında kurulan kahvaltı sofralarındaki neşeyi.
Evden caddeye açılan sokaktaki huzuru, adım başı hal ve hatır sormanın alt yapısında yatan saygın kişiliği.
Zaman ilerledikçe geçmişe olan özlem de artıyor.
Eskiden genelde hafta sonları ya baba tarafı ya da anne tarafı sırasıyla bir adreste buluşurdu.
Bir hafta büyük baba, amca ve halalar, diğer hafta anneanne, dayı ve teyzeler…
Her hafta kuzenlerin bayramıydı aslında.
Dışarı adım attığında sosyal yaşam daha bir samimiydi.
Süte su katanlar yoktu; olsa da bir eldeki parmak kadardı.
Zaman ve mekan gibi kişilikler de değişti.
Sahi ne oldu hepimize?
Neden şüpheciyiz artık?
Samimiyet desen yok, hıyanet desen çok!
Kime selam versen veya kimin selamını alsan bir dedikodu, çekememezlik almış başını gidiyor.
Çürümüşlük diz boyu.
Kalabalığın arasında gittikçe yalnızlaşıyoruz…
Kim kimi sevmiyorsa, ya da onun gibi düşünmüyorsa “hain”, “ahlaksız”, “üçkağıtçı”damgasını yiyor.
Para ve makam bireyi bu kadar mı değiştirir?
Güvensizlik bu kadar mı dip yapar?
Herkes bundan mustarip…
Çıkar ve menfaate dayalı ilişkilerin ömrünün pek de uzun olmayacağı gerçekliği test edilmesine, bilinmesine rağmen her gün nice gönüller tuzla buz ediliyor.
Hayal kırıklıkları almış başını gidiyor.
İçe kapanıyor insan sonra.
Kimseyle görüşmek istemiyor.
Evden dışarı çıkarsa var olan kirlilik içerisinde kirlenecekmiş gibi.
Gittikçe yalnızlaşıyoruz,
Bir kalabalığın arasında etrafta kimse yokmuşçasına…
Memleketin geldiği hal, hal değil kurban…
Yazık!
Saygılarımla