İsrail’in 1948 yılında kurulasının temeli, 1917 yılında İngilizlerin bölgedeki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin en önemli parçalarından biri olan Balfour Deklarasyonu ile atıldı. Peki kimdir bu Balfour, kısaca hatırlayalım.
Tam adı Arthur Balfour’dur ve Lloyd George'un başbakanlığındaki Britanyalı savaş kabinesinde dışişleri bakanı olarak yer almıştır, adıyla anılan deklarasyon girişimiyle başlatılmış, sonuçta Filistin'de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 1917 yılındaki bu deklarasyon, ilk Balfour Deklarasyonudur. Balfour'un girişimiyle 1926 yılında, Britanya sömürgeleri hususunda ikinci bir Balfour Deklarasyonu da yapılmıştır.
Lord Arthur Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan LordRothschild'e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir Yahudî devleti kurulması konusunda İngiliz hükûmetinin destek vereceğini bildirmiştir. Britanyalıların Araplara yatırım yaptığı bir dönem olduğu için, bildiride ‘ülkedeki öteki sakinlerin medenî ve dinî haklarının ihlal edilmemesi’ şart koşulmuştur.
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu mektupta İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, Siyonist lider Rothschild’e şöyle hitap etmekteydi:
"Saygıdeğer LordRothschild, Majestelerinin Hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudî Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.
"Majestelerinin Hükûmeti, Filistin'de Yahudîler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Yahudî olmayan toplumların sivil ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudîlerin sahip oldukları haklara ve siyasî statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım."
Saygılarımla Arthur James Balfour"
Bu mektupla Britanyalı Hükûmeti, Müslüman Arapların çoğunlukta bulunduğu Filistin bölgesini Yahudîlere yurt olarak göstererek, bu bölgede bir Yahudî Devleti’nin kurulmasını desteklemiş ve böylece İsrail Devleti’nin kurulması yolunda en büyük adımlardan biri atılmıştır.
Siyonist liderlerden H. Weizman ve N. Skoly’un çabalarıyla yayımlanan bu mektubun ardından yapılan girişimlerle Filistin bölgesi Yahudî göçmenlerin yerleşimine resmen açılmıştır.
Bu aşamalardan sonra Yahudiler örgütlenme çalışmalarına başlayarak sürece hız verdi. Bölgede giderek Yahidi nüfusu artıyordu. İlk başlarda 25 000 olan nüfus zamanla 750 000 çıktı. Buna karşılık Filistinliler de olanlara sessiz kalmayarak tepkiler göstermeye başladı. Her iki taraf arasında silahlı saldırılar da başladı. Bu süreç İsrail’in 1948 yılında kurulmasına kadar devam etti.
İsrail’in Kurulması ve Türkiye’nin Tavrı
II. Dünya savaşının ardından 14 Mayıs 1948’de İsrail devleti ilân edilmiş ancak Filistinliler ve Arap devletlerinin savaş açmasıyla çatışmalar devam etmiş ve İsrail'in üstünlüğüyle sona ermiştir.
Bu tarihte Türkiye’de İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Başbakan ise Hasan Saka ( 10 Eylül 1947-10 Haziran 1948)dır. Türkiye, İsrail Devleti'ni 1949 yılında tanıdı. Türkiye'nin İsrail'deki ilk diplomatik misyonu bir temsilcilikti ve göreve başlangıç töreni 7 Ocak 1950 tarihinde gerçekleşti ve bu dönemde İsmet Paşa’nın son başbakanı tarihçi, Ordinaryüs Prof. Şemsettin Günaltay’dır ve misyon şefi Seyfullah Esin itimatnamesini hükümetten alarak İsrail Cumhurbaşkanı ChaimWeizmann'a sunmuştur.. Bu dönemde hala iktidarda olan CHP, dünyadaki güç dengelerini dikkate alarak ve yer alacağı bloku belirleme amacıyla, giderek dünyanın başına bela olacak İsrail’i kendi çıkarları gereği tanımayı tercih etmiştir.
Dönemin Başbakanı, Şemseddin Günaltay, dört ciltten ve beş kitaptan oluşan Yakın Şark adlı muhteşem eserinin önsözünde Yahudilerin ve kurulmuş olan İsrail Devleti’nin değerlendirilmesini yaparak uyarıda da bulunmayı ihmal etmemiştir.
Yahudi Toplumu Hakkında Tarihsel Değerlendirmeler ve Zaruri Uyari
Günaltay, eserinin önsözünde, Siyonistlerin Arzı Mevud’a tekrar dönmek, burada müstakil bir Yahudi devleti kurmak yolundaki mücadelesini ateşleyen ruhun kaynağı, eski çağlara dayanmaktadır.
Aramilerin, Asurluların, Mısırlıların, Babillilerin amansız darbeleri, sürgünlük, katliam gibi korkunç maceralar, kendilerinde (Yahudilerde) nihayet şuurlu bir intibah uyandırmıştır. İntibahın doğurduğu ruhu saçan imanlı ve sarsılmaz azimli önderlerin heyecanlı telkinleri, İsrail oğullarında öldürücü her darbe karşısında yeni bir hayatiyet kudreti, milli varlığı korumak yolunda yeni bir azim yaratmıştır.
Sürgünlük devrinin cezbeli peygamberleri de din kisvesi altında milli varlığı yaşatan, milli mukavemeti artıran bu ruhu beslemekte devam etmiştir. Bu ruh, sürgün ve perişan Yahudilere, Ahamanişler kralı KuraşII’nin o çağlar için emsalsiz olan alicenablığından faydalanarak, metruk bir harabe halindeki Orşelim’e (Kudüs) dönmek, burada milli varlığın timsali olan mabedi yeniden kurmak azim ve gayretini vermiştir.
Filistin topraklarına yeniden yerleşen İsrail oğullarını, Selevkos’larınyunanlaştırma siyasetlerine karşı koyduran, İstiklallerine son vermek isteyen Romalılarla kahramanca boğuşturan, siyasi hürriyet ve istiklal yolunda seller gibi kan döktüren azim ve iman da bu ruhtan doğmuştur.
Birinci cihan harbinde büyük fedakarlıklar ve hudutsuz bir hırs ile Filistin’i elde eden İngilizlerin, Siyonistler tarafından açılan son mücadele karşısında buraları şimdiden boşaltmak kararını vermeleri, dünyaya dağılmış olan İsrail oğulları birliğini ve hareket kudretlerini temin eden tesanüt ruhunun ne kadar köklü ve ne derece yaygın olduğunu göstermektedir.
Bir Yahudi devleti kurulduğu takdirde yeni olayların Yakın Şark’ta sebep olacağı siyasi, iktisadi ve fikri inkişaf tesirlerinin bu bölgenin bir parçası olan yurdumuzda da hissedilmemesi imkansızdır, değerlendirmelerini yapmış ve son uyarısını da eklemiştir.
Saygıyla...