Vaktiyle, dünyanın merkezinde üç tarafı denizlerle çevrili, toprağına çubuk diksen meyve veren bir ülke vardı.

Bu ülkenin şirin mi şirin insanları, güzel mi güzel dünyalarında kendi hallerince yaşarlarken, birdenbire bir demokrasi treniyle, atlılar geliverdi. 
O atlılar ki, artık demokrasi trenine binmeye gerek yok diye bağıra çağıra inmişlerdi meydanlara. 
Başlarında da bir adam vardı. Aslında en başında birkaç kişiydiler. Sonra hepsi birer birer solup düştü sonbahar yaprakları gibi. O baştaki adamın alnı secdeden kalkmaz, sabah namazından verdiği fotoğraflar tadından yenmezdi. 
Hem kendisi ekonomistti. O öyle demişti. İnsanlar da inanmışlardı. 
Hatta ekonomist ne kelime kendisi bir de dünya lideriydi. 
Takipçileri onu öyle bellemişlerdi. 
Bir kükrerdi ki aslanlar gibi “Eyyyyy, eeyyyyy” diye. Dünyanın dört bir yanındaki ülke liderlerinin korkudan böbrekleri titrerdi. 
O ekonomist, uzmanı olduğu ekonomi alanında o kadar iyi şeyler yaptı ki hangi birini anlatsak. 
Ver yetkiyi, gör etkiyi dediğinde, dolar 3 liraydı, 30 lirayı geçti. 
Faiz neden, enflasyon sonuç dedi, enflasyon tek hanelerden üç hanelere dayandı. 
Asgari ücretliyi fiyat artışına ezdirmedik dedi, yattığı haftasında maaşlar tükendi. 
Emekli için yıllar ilan etti, emekli cebinin yerini unuttu. 
Daha neler neler...
O ekonomik bilgisiyle dahiyane hamleler yaptıkça, vatandaşı da refah içinde yüzer olmuştu. 
Ha o zatın bir de oğlu vardı ki, dahi mi dahi, zeki mi zekiydi. Hatta o kadar akıllıydı ki insanlara bir şey anlatırken “Bilal’e anlatır gibi” diye bir tanımlama bile yapmışlardı ondan esinlenip. O kadar yani!
Zekası o kadar parıldıyordu ki, daha 25 yaşında iken gemicikleri vardı. 
Okuduğu okul ise Harward’ı, Oxford’u, MIT’yi geride bırakmıştı. 
Öyle zekiydi ki zekasının zekatı bile bu ülkeye yeterdi. 
O da babasının yolundan ilerlemeye meyilliydi. 
Bir gün durduk yerde o da babası gibi büyük sırrını ele verdi: 
Durduk yere o da “ekonomistim” demez mi?
Ülke olarak o kadar sevindik ki bu sırrı öğrendiğimize. 
Yeni bir lider görecek bu dünya diye, öylesine coştuk ki için için... 
O ekonomist olduğunu söyler söylemez, sosyal medya yıkıldı, gazetelerin manşetleri kudurdu. 
Yer gök birbirine karıştı. 
Whatsapp, Twitter, Facebook ve daha bilimum sosyal medya mesajları elden ele, dilden dile uçuştu. 
Ekonomi dünyası, şoke oldu aniden. 
Piyasalar böylesine bir dahiye hazır değildi. 
Sonra... 
Sonra heyula dinince kendimle yüzleştim. 
Ben ekonomist değildim...
Evet ben ekonomist değilim ama, ama... 
Cebime gireni çıkanı iyi bilirim. 
Aylardır evine et alamayan insanları yakından tanırım. 
Çocuğunu okutmak için iki, üç işte çalışan dostlarım, yakınlarım var. 
Çakarlı arabalarla caka satan mafyozlar, radarımdadır. 
İhalelerde çekilen peşkeşleri her gün okurum. 
Mahkemelerden salıverilen baronların, uçup gitmesine tanık olurum. 
Milyonlarca öğrencinin midesine açlıktan kramp girerken, ejder meyvesiyle, manda yoğurduyla tıka basa dolan işkembelerden tiksinirim. 
İki kişinin 15 asgari ücretlinin maaşını bir öğünde silip süpürmesi kanıma dokunur. 
Sendikalı oldukları için işten atılan emekçiye, yediği sucuğun sarımsağıyla bağıran, emrindeki gücü üzerlerine salan polis müdürü canımı sıkar. 
Maliyet yüzünden üretemeyen çiftçiye ödenmeyen desteklerle, dışarıdan ürün getirilmesini garipserim. 
Ev kirasının maaşın tamamını yutan bir karadelik olduğunu anlamak gibi bir yeteneğim var. 
Vergi kaçırıp, suçüstü yakalanınca kendisine soru soranları, üç kuruş için millete küfür etmekle tehdit eden milletvekillerinden gıcık olurum. 
Yurttaşın korkusundan lüks makam araçlarını garajlarda saklayıp, maaile VİP umre ziyareti yaparken, yoksul olduğu için vatandaşına cenneti muştulayan dinbazlardan imanım gider. 
Vatandaşın aklıyla alay eder gibi “Allah kulunu vererek de vermeyerek de imtihan eder” deyip, yoksulluk güzellemesi yapanları ısıra ısıra sınamak isterim. 
Ben ekonomist değilim ama...
Bu ekonomi bilginizle sizin sonunuzun geldiğini gayet iyi bilirim. 
Vesselam...