Devlet Bahçeli’nin el sıkma hamlesi, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bahçeli’ye desteği, birden bire yeni bir çözüm sürecinin başlayıp başlamayacağı tartışmalarını alevlendirdi. Zira sonuçta bizzat Erdoğan, Dolmabahçe Mutüabakatı’nı elinin tersiyle ittiği sırada yaptığı açıklamalardan birinde “sürecin derin dondurucuya” konulduğunu söylemişti. Bunun anlamı da şuydu: “Zamanı geldiğinde derin dondurucudan çıkarılır ve yeniden kullanıma sokulur.”
İyi niyetli Kürtler ve Türkler, haşmetin bir şeylere kızdığını, ileride yeniden Kürtlerle Türklerin iç barışını temin edecek kişinin hatta yegâne kişinin Erdoğan olduğunu söyleyerek avuttular kendilerini.
Çünkü o çok güçlü idi ve “öteki liderlere göz hizasında bakan” dünya lideriydi. Acayip güçlüydü ve her şeye kudreti yeterdi o kadar yani...
Neyse Bahçeli’nin atraksiyonunun kendilerini haklı çıkardığını, çünkü bu hamlenin ardından o derin dondurucudaki çözümün de kullanıma sokulacağını, biraz daha ileri giderek kısmen de kullanıldığını ifade ettiler.
Ne kadar güzel olacaktı her şey, yine barış rüzgarları esecek, iktidar mensupları kürsülerden Kürtçe hitap edecek, Kürtlerle gönül köprülerini yeniden kuracaklardı.
Derken konu CHP cephesine soruldu. Hiçbir şey bilmediklerini söylediler.
Yine derken CHP Lideri Özgür Özel, 7 gün sürecek ve 7 ili kapsayacak olan Kürt illerine çıkarma yapacağı açıklandı.
7 Kürt ili derken Edirne’yi de yazdım zira ziyaret zincirinin ilk halkası Edirne idi.
Özel burada rehine tutsaklar Selahattin Demirtaş ve Dr. Ahmet Selçuk Mızraklı ile görüşmelerde bulundu.
Tam da o esnada Demirtaş’ın avukatı Özel’e verilmek üzere Demirtaş tarafından kaleme alınmış bir “açık mektup” olduğunu ilan etti.
Herkes merakla Demirtaş’ın mektubunun muhtevasının ne olduğunu kovulamaya başlarken, bir de ne gördük açık mektubun içinde “Toplumsal barışı inşa etmek istiyorsak gelin önce buradan başlayalım. Çünkü özgürlük ve demokrasi herkes için hayata geçmeden barış da sağlanamaz” tümcesi dışında, yeni bir çözüm sürecine dair herhangi bir atıf hak getire.
Bu da ne oluyordu şimdi. Demirtaş’ın, çözüm sürecine dair önemli bir metin açıklayacağı beklenirken, kadına yönelik şiddetin durdurulması konusunda kapsamlı bir yol haritası sunmuştu. Yanlış anlaşılmasın, konunun önemsizliğinden değil, beklentinin istikameti nedeniyle sanki Demirtaş’ın açıklaması hafif kalmıştı.
Kem bilir belki de Demirtaş, Özel ile görüşmesinde Kürt meselesinin çözümü ile ilgili önerilerini sunmuştur.
Belki de metnin muhtevasının kadına dair oluşuyla, Özel ile yaptığı görüşmelerin içeriğini gizlemek istemiştir.
Ya da Demirtaş ve Mızraklı cephesinden “Ne çözüm süreci, bu iktidarla olacak iş değil bu” demenin dolaylı anlatımıdır bu çağrı.
Eğer niyet bu ise bu bakımdan Demirtaş’ın kadın odaklı açıklaması son derece dikkat çekicidir.
Kürt sorununun çözümü için Cumhuriyet tarihi boyunca kat edilemeyen yolu, elinin tersiyle iten bu iktidardır.
Çözüm sürecinin aktörlerine koruma kalkanı olarak yasa çıkardığı halde, bu aktörleri daha sonra içeri tıkan da iktidarın ve Saray'ın ta kendisidir. Masayı devirdikten sonra kentleri yakıp yıkan, insanları kendi ülkesinde muhacir kılan da bu iktidarın kendisidir. Dolayısıyla Kürt sorununu çözmek iradesi yerine, yeniden ve daha yakıcı bir sorun olarak bu toplumun karşısına çıkaran da bu iktidarın kendisidir.
Yani şu aşamada çözümsüzlük dayatıp sorunu bitevileştiren ve katmerleşmesini sağlayanın kendisi bu iktidardır.
Öyleyse sorunun nedenini değiştirmek ve siyaseten tarihe gömmek imkanı varken, değirmenine su taşımanın ne alemi var?