Bu slogan sağlıkta özelleştirmenin propagandatif güzel günlerinde, serbest piyasada ballandıra ballandıra atılıyordu. Ancak son günlerde özel hastanelerin yoğun bakımlarında bebek ölümleriyle sağlıkta özelleştirmenin gerçekte ne olduğu net olarak görüldü.

Gerçekte sağlıkta özelleştirme neydi?

Sağlıkta özelleştirme, yıllar önce merkezden halka, sağlık hizmetlerinin özel sektör tarafından sunulması olarak anlatıldı.

Ancak pratikte gerçekleşen özel sermayenin klinikler, dal merkezleri, hastaneler ve tanı merkezleri kurarak, kamu kaynakları özerinden, hiçbir insani değer tanımadan sınırsızca para kazanması oldu. Son dönemde özel hastanelerdeki bebek ölümleri bunu net olarak ortaya çıkardı.

Sağlıkta özelleştirme nasıl ortaya çıktı? Sağlığın özelleştirilmesi ülkenin ihtiyaçlarından ortaya çıkmadı. Toplumda bir talep olarak gündeme gelmedi. Esasen sağlıkta özelleştirmeyle kastedilen sağlığın piyasalaştırılmasıydı.

Sağlıkta özelleştirme 1970’li yıllarda Dünya Bankası, IMF gibi emperyalist büyük kuruluşlarca üçüncü dünya ülkelerine dayatıldı.

IMF borçlu ülkelerden kamunun sağlık alanından çekilmesini istiyordu. Böylece genel bütçeden sağlığa ayrılan pay düşürülecek, kamunun sağlığa yatırımı azaltılacak ve özel sektörün önü açılacaktı.

Neoliberal politikalar güvenlik dışında temelde kamu hizmetlerinin tümünü piyasaya açmayı hedefliyordu.

Bir kamu hizmeti olan sağlık piyasaya açılması hükümetlerin birincil işleri arasına girdi. Hastalar ve hastalıklar üzerinden para kazanma ve sermaye biriktirme hedefleniyordu.

Böylece hekimler patron ve işçileşme ikilemine sürüklendi. Bu sürüklenme öncelikle mesleği kimliği vuruyor, sağlıkta şiddetin önünü açıyordu.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlıkta özelleştirme 1980’lere gelinirken gündeme geliyordu. Sene başında 24 Ocak kararları diye alınan kararlar, kamu hizmetlerini de serbest piyasaya açmayı öngören kararlardı.

12 Eylül 1980 darbesiyle neoliberal politikaların önü tamamen açıldı. Bu kararlar gereği Tam Gün Yasası kaldırıldı. Sağlık çalışanlarının gelirleri düşürüldü. Özlük ve mesleki hakları kısıtlandı. Bunlar sağlıkta bir kriz yaşandığından değil, sağlıkta özelleştirmenin altyapısı için yapılıyordu.

12 Eylül sonrası tüm hükümetler sağlıkta özelleştirmeyi kararlılıkla savundu. Ve pratikte alınan sert önlemlerle özelleştirmenin önü, sınırsızca açıldı. Sağlığa ayrılan bütçe kısıtlandı. Kamu yatırımları durduruldu.

Sağlık çalışanları buna karşı, beyaz eylemler ve fiili meşru sendikal mücadele ile 12 Eylül sonrası iktidarların özelleştirmeci politikaların tamamlanmasını engelliyordu.

DYP-SHP koalisyon hükümeti, 1992 yılında Sağlıkta Reform adı altında sağlık hizmetlerinin her basamağını özelleştirilmek istiyordu. Böylece reformun içeriği birinci basamak dahil sağlık hizmetlerinin her aşaması özelleştirilecekti.

O dönem TTB ve sağlık iş kolundaki sendikalar (SES in bileşenleri, Tüm Sağlık -Sen, Genel Sağlık - İş, Sağlık -Sen) hükümetin bu politikasına karşı alanlarda beyaz eylemlerle , grevlerle karşı çıktılar. Hükümetin sağlık reformu tam anlamıyla gerçekleşemedi.

Yine de 1990’lı yılların tüm hükümetleri özelleştirmeyi her zaman gündemine aldı. Görsel ve yazılı basında başta SSK hastaneleri olmak üzere kamu hastaneleri bilinçli bir şekilde karalanıyordu. Ünlü televizyon programcıları ve sunucuları programlarıyla kamunun sağlıktaki rolü için kötü cümleler kurdular. Ve maalesef bu işi çok iyi yaptılar. Halkı bir şekilde ikna ettiler.

Sonra “sağlığa gel sağlığa” diyerek piyasaya çıktılar. Özelleştirmenin ne kadar güzel olduğu ile ilgili tatlı cümleler kurdular.

2003 yılında AKP iktidarı SDP (Sağlıkta Dönüşüm Programı) denilen bir politika ile bir kez daha sağlık hizmetlerinin tamamen özelleştirilmesi hedeflendi. “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın içeriği 1992 yılında ilan edilen ancak gerçekleşemeyen “Sağlık Reformu”nun ta kendisiydi. Bu defa uluslararası kuruluşlar kredilerle altyapı için tam destek veriyordu.

Buna karşı TTB ve SES, 2003 yılında beyaz eylemler ve g(ö)revler ile SDP’ye karşı yeniden etkin bir mücadele başlattı.

Sağlıkta Dönüşüm ile esas olarak sağlık hizmetleri fiyatlandırıldı. Kıyamette böyle başladı.

Özel hastanelerden fiyatlandırmalar üzerinden SGK ile anlaşmalar yapıldı. Radyoloji ve laboratuvar hizmetleri taşeronlaştırıldı.

Yoğun bakım hizmetleri SGK anlaşmaları ile özelleştirildi. Özel hastaneler daha çok para kazanmak için daha çok hastayı yoğun bakımlara almaya başladı. SGK üzerinden yüklü paralar kazanıldı.

Bir örnekle anlatmaya çalışalım. Acille ambulansla hasta getiriliyor. Normalde yatarak tedavi edilebilen hasta yoğun bakıma hazırlanıyor. Bunun için entübe ediliyor. Çünkü hasta entübe edilmeden özel hastaneye gönderilirse hastadan da para alınacak. Ama yoğun bakıma alınırsa SGK tamamını ödeyecek. Böylece ambulansla özel hastaneye alınan hasta entübeli olarak yoğun bakıma alınıyor. Günlerce orada tutuluyor. Ve birkaç gün sonra hasta yoğun bakımda yaşamını yitiriyor. Ama hastanelerde SGK’dan para akıyor.

Böylece aşırı kar hırsı ve kuralsızlık, örgütlü kötülüğe ve çeteleşmeye yol açtı.

Bugünkü tıkanıklığın, yıkımın, sağlıkta ticaretin ve bebek ölümlerinin esas nedeni sağlığın piyasalaştırılmasıdır. Bunu sadece yazmıyoruz. Toplum olarak sıcağı sıcağına üzülerek bizzat yaşıyoruz.

TTB, meslek odaları ve SES’in bu konudaki uyarıları ve önerileri, yaratılan algılarla boşa çıkartıldı. EDTTB anlayışı ile yönetilen TTB hükümetin baskısı altında kaldı. Kara propagandalara maruz kaldı.

Bugün bebek ölümleri ile bu sistemin artık yürümediği görülmektedir. Sonuçta sağlıkta özelleştirme ve sağlığın piyasalaşması, bebek ölümleri ile tarihsel bir utanca yol açtı.

Sosyal ve görsel medyada, sorun özel hastane sahipleri ve orada çalışanlardan kaynaklanıyormuş algısı yarattı. Klasik trol saldırıları ile mesele saptırılmaya çalışıldı. “Yenidoğan çetesi” ismi ile operasyon yapıldı. Elbette çeteleşme var. Elbette bu piyasalaştırılmış sağlık sisteminden nemalanan kişi ve gruplar var.

Ancak çeteye verilen isim yanlıştı. Bu sahada özveri ile çalışan sağlık çalışanların tümü zan altında kalıyordu.

Bu gelişmeler ışığında normal bir ülkede sağlık bakanı istifa ederdi. Doğru olan istifa etmesinde ısrar etmekti. Kim olursa olsun, sorumlulardan hesap sormaktı.

Yapılacak çok şey var. Öncelikle özel hastanelerin SGK ile anlaşmalarına son verilmelidir. Hastanelerin tümden kapatılması da doğru değildir. Böylece hizmeti veren diğer çalışanlar ve yoğun bakım dışındaki diğer hizmeti alanlar da cezalandırılıyor. Bunun yerine yerinden, çalışanların karar vereceği demokratik bir yönetimle hastane yönetilebilir. Ve herkese eşit ve ücretsiz sağlık erişimi sağlanabilir.

Söylenecek ve yapılacak çok şey var. Daha işin başında sayılırız. Sorunu yaratanın uygulanan mevcut özelleştirmeci sağlık politikalar olduğunu anlatmak gerekiyor. Ve alternatifini de geçmiş deneyimler üzerinden toplum ile birlikte tartışmak gerekiyor.

Bunu en başta sağlığımız için yapmalıyız.