Geçen yıllarda bir proje nedeniyle İtalya’ya kısa bir ziyaret gerçekleştirdim.

Venedik’i doyasıya gezme imkânı buldum…

Büyüleyici bir kent Venedik…

Havaalanının bulunduğu Mestre’yi Venedik’e bağlayan uzunca bir köprüden geçip otobüslerin ve trenlerin durduğu meydana kadar her şey normaldi. Sıradan bir kente girer gibi… Ancak meydandan içeri doğru yürüyüp ilk büyük kanalı geçince birden bire muhteşem tarihi yapılarla karşılaşıyor insan. San Pietro heykelini geride bıraktıktan sonra artık tamamıyla ortaçağın kucağında buluyorsunuz kendinizi. Yirmi birinci yüzyılın arabaları, araçları, egzoz dumanları, gürültü kirliliği yok artık. Her sokak bir su kanalı… Dört beş katlı tarihi konakların giriş kapıları doğrudan su kanallarına açılıyor. Buralarda ulaşım “gondole” adı verilen kayıklarla sağlanıyor. Daha büyük kanallarda ise -ki bunlar büyük cadde oluyor, deniz otobüsleri, deniz taksileri çalışıyor. Sebzeciler bile kayıklarla gezdiriyor mallarını. Polis otoları, Ambulanslar, itfaiye araçları da yine suda yüzüyor… Gondollar durmadan yolcu taşıyor. Kullananlar da ortaçağın modasına uygun giyinip fonu tamamlıyorlar. Üstlerinde siyah renkli gömlek ve siyah pantolonlar, başlarında fötr şapkalar… Eski korsanları andırıyorlar.

Kendinizi birdenbire ortaçağdan kalma bir masalın tam ortasında buluyorsunuz Venedik’te. Kanallar, dar sokaklarla, köprülerle bağlanıyor birbirine. Bu dar sokaklardan ancak iki kişi yan yana yürüyebiliyor. Venedikliler pek görünmüyor ortalıkta, birilerini bulup “San Marco Meydanı’nı” sormamız epey zaman alıyor. İtalyanlar sıcakkanlı insanlar, elle kolla işaret edip yardımcı oluyorlar. İngilizce bilen birilerine rastlayınca daha bir rahatlıyoruz. La Roma Meydanı’ndaki Otobüs durağından San Marco Meydanı’na kadar yaklaşık üç saat yürüyoruz.

İyi ki yürümüşüz, nelerle karşılaşmadık ki bu yürüyüş boyunca… Önce tesadüfen Leonardo Da Vinci Müzesi’ne giriyoruz. Sanatçının icatlarını hayranlıkla izliyoruz. Oradan ayrılıp dar bir sokaktan yeni bir meydana çıkınca bu kez Vivaldi Müzesi çıkıyor karşımıza. Burada da Vivaldi’nin kullandığı ve onun yaşadığı döneme ait müzik enstrümanlarını görüyoruz.

Hediyelik eşya satan tüm dükkanlarda birbirinden ilginç maskelere rastlıyoruz. Nedenini sorduğumda bir satıcı şunları söyledi.

“Ortaçağda Venedik çapkınlarıyla ünlü bir kentti. İnsanlar tanınmamak için maske takarak evlere giriyordu. Bu durum zamanla moda halini aldı ve maskeler Venedik’in simgesi haline geldi.”

San Marco Meydanı insanı büyüleyen yapıların arasında. Dört yanı muhteşem ortaçağ mimarisiyle bezeli binalar, kule ve kiliseleriyle alıp götürüyor insanı tarihin derinliklerine.

Deniz otobüsüyle büyük kanaldan La Roma Meydanı’na geri dönerken, dalıp gittim. İhtişamlı yapıları, kanalları, maskeleri yeniden düşündüm… Kim bilir ne aşklar yaşanmıştı bu kentte… Boşuna büyük aşkların kenti denilmemişti buraya.

Bir daha görebilir miyim bilemiyorum ama Venedik büyüledi beni…