Diyarbakır, tarihinde belki de en büyük yangın faciasını yaşadı. Ateş, Çınar’dan komşu kent Mardin’in Mazıdağı ilçesini karış karış yayıldı, gecenin zifiri karanlığını cehenneme çevirdi. İnsanlar diri diri yandı. Otlar, ekili araziler, börtü böcekler, tavşanlar, kaplumbağalar, kuşlar, koyunlar, keçiler, bir bütünen doğa büyük bir tahribata uğradı.
Sebebi ister anız, ister elektrik direklerinden kaynaklı kıvılcım olsun, yaşananlar bu coğrafyanın acısına yeni acılar ekledi.
Peki, yangın sürecinde neden geç kalındı?
İtfaiye daha erken gelemez miydi?
Helikopterler sabahı beklemeden, sadece soğutma işlemi için değil, alevler gökyüzünü kızıla çevirirken söndürmek için havalanamaz mıydı?
Bunlar, sokakta halkın konuştuğu ve yanıtını bekleyen sorular.
Bu talihsiz yangında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet yakınlarına sabır diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu coğrafya acının her türlüsüyle sınanmış bir coğrafyadır. Acıların tüm dünya üzerinde son bulmasını diliyorum.
Bu facia her ne kadar netlik kazanmasa da son zamanlarda gündeme sıkça gelen anız yangınlarına dikkat çekmek istiyorum.
Aslında biz anıza, halk dilinde prêze deriz. Yani ekinler toplandıktan sonra yerde kalan kalıntıların tamamı için bu söylemi kullanırız.
Hasat vaktinden kısa bir süre sonra yeni ekim için toprağı “temiz” hale getirmek için yıllardır yanlış yöntemlerle bu işlem yapılıyor.
Bir çakmak, doğayı kirletmeye ve facianın kapısını aralamaya yetebiliyor.
Oysa bilim insanları, toprağın verimini ve ürün kalitesini düşüren bu uygulamadan kaçınılması gerektiğini yıllardır anlatıp duruyor.
Anlatım yetersiz kalınca Türkiye, anız yakmayı 1983’te yasaklayarak cezai müeyyide kararı alıyor.
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 20. Maddesine göre anız yakanlar, dekar başına bin 933,95 TL ceza ödemek zorunda.
Ancak, toplum bilinçlenmedikçe dekar başına milyar TL cezalar verilse de bir karşılığının olmayacağı düşüncesindeyim.
Doğayı koruyalım, yeni facialara kapı aralamayalım.