Binlerce çeşidi var acının da, aşkında.

Bizim yaşadığımız neydi?

Aşk mı, savaş mı, intikam mı yoksa aldatmaca mı?

Neydi önceleri insanları bir arada tutan, sonraysa düşman eden şey?

Sorduk mu hiç kendimize bize ne oldu diye? Ah, bize ne oldu?.. Öyle çok düşündüm ki bu soruyu, artık anlamını yitirdi bende. Öyle çok cevap aradım ki… Ama her seferinde sanki tüm kilitler insanların iki dudağı arasında çözülecekmiş, sanki tüm soruların cevabı sadece sendeymiş gibi insanlar ellerini boş döndü zihinlerinde çıkmazlarına…

Acının tüm evrelerini yaşadık özgürlük uğruna, bu terk edişte… Önceleri kardeşçe yaşadığımız yılların hiçbir hatırı ve yaşanılmış onca güzelliklerin yerine kavga, kan ve barut izine bırakılmıştı.

Oysa yaşanılanlar artık dayanılır gibi değildi. İnsanlar çaresizlikler içerisinde nefes alamaya çalışıyor…

Geceler hiç bitmiyor. En çok gecelerde anladım ben seninle kardeşliğimizin, dostluğumuzun yitikliğini, yıllar önce ne çok sevmiştik bir birimizi… En çok geceleri özledim fırtınasız, kavgasız parkların kaçak çayın tadını… Bazen çıldırıyorum sanıp Allah’a dualar ettim; ne olur aklımı koru, diye… Dayanılır gibi değildi, tükenilmişliğe güç ver diye. Gözlerim o güne kadar bu denli gözyaşı dökmemişti. Senin gidişinin ardında. Aklım almıyor, sıcak bedenlerin soğuk toprağın altında kalmasına, oysa daha vakit vardı, bahara yeni başlamıştık. Kelebekler bir biriyle dans edercesine uçuşuyordu. Mevsim Bahar olsa da, bedenler üşüyordun toprağın altında…

Gidişinin ardından, acının tüm versiyonlarını yüreğime hapsetmiştim ki, vurulmuşluğun…

Acısıyla titredi soğuk bedenim, bunca acıyı nasıl kaldıracaktım. Başımı öne eğmedim, göz pınarlarım kurumuştu hoşça kal demenin ardında, oysa giden sizlerdiniz, beni hep hep bıraktığınız yerde yaralı kaldım.

Ben bir babayım,

Diyorum ya,

Ben bunca acıya dayanamam,

Siz… Benim en büyük aşklarımdınız, dokunmaya kıyamadığım, bakmaya doyamadığım meleklerim, bunu bana nasıl yapmıştınız? Bana kıyamayan meleklerimin sevgisine ne olmuştu? Nasıl olup da birden bu kadar acımasızlaşmıştınız? Bana hiç mi acımadınız. Hâlbuki ben… Ahh, ben sizi ne çok sevmiştim…

Tarif edilmez, anlatılmazdı size olan tutkum. Siz benim hem çocuğum, hem aşkım, hem dostum, özlemim, hasretim, her şeyimdiniz… Öyle ki, sizsizlik dünyada başıma gelebilecek en korkunç şeydi… Çoğu zaman ortada hiç bir şey yokken, ağlardım ben, ya bir gün gelirde kalbim dursa diye… Kara sevdamdınız, duman duman yangılar yanardı gönlümde her daim. Yanımdayken bile özlerdim sizi. Başım omzunda otururken, akşam olacak ve ben yine sizsiz kalacağım diye içim giderdi… Tüm bunları düşündükçe, fazla yaşamam diyorum; ben bu acıyla fazla yaşayamam…

Yanılmamıştım… Derler ya her babaların hisleri doğrudur diye, herkes gibi benimde hislerim kuvvetliymiş ki, yitirilmişliğinizin en büyük acısıydı bu benim için, her gün onlarca insanın ölüm haberleri, elbette ki, bir anne için en büyük acıdır. Bende bu acıyı yıllarca yaşadım yüreğimde tak ki, soğuk bedeninizi yıkanışıyla üstüme çöken dünyanın en büyük acısının da sonra yaşamanın da, bir anlamının kalmadığını öğrendiğim ana kadar.

Sonra bunlarda geçer diye umut emekten başka çarem kalmamıştı. Acı artık bana yabancı gelmiyordu artık. Sizsizliği, terk edilmişliği kabullendim. Bu da geçecek dedim hep. Bir gün gelecek bu kadım Mezopotamya coğrafyasında umutlarınız yeşerecek.

Belki unutmam sizleri, ama artık başkaların acılarını gördükçe de kendi acımın hafiflediğini gördüm. Sadece sizinle geçen günlerimi özlüyorum.

Başkalarının acılarına bakıp teselli ettim kendimi. Ah bir bilseniz ne acılar var bu dünyada… Dedim ya, acının da binlerce çeşidi var. Bir sokak çocuğunun, ufacık bir hediyeyle yaşadığı mutluluğu görüp utandım kendimden. O çocuğun gözlerindeki kederi görünce ne boş şeylere üzüldüğümü anladım. Benim size olan aşkımın kutsallığını yaşıyorum son günlerimde, ama o gün en ufak şeylerle mutlu olan çocuklarını yitirmiş kadınların görünce bir nebze mutlu olmalarına şahit olunca, kutsallığın ne demek olduğunu anladım…

İşte böyle…

Ben sizinle yüreğimi gömsem de sizsizliğe göğüs gerdim ve düşmana inat ezilmedim. Çok şey öğrendim sayenizde. Artık bulanık değil gözümde hiçbir şey. Tüm sorular cevabını buldu. Hepsinin bir tek cevabı vardı…

Sizi ne çok sevdiğimi!

Tüm yaşananların tek nedeni kardeşçe özgür bir yaşam uğrunaydı. Çünkü kardeşlik bağları koparmak, kardeşi kardeşe vurdurmak isteyenlerin geçmişle hesapları vardı.

Kardeşlik;

Kardeşlik sevgisi yüreğine de yaşayan, özgürlük uğruna canını veren insanların işidir. Sevmek; fedakârlık, sevmek; sabır, sevmek; cesaret… Her şeyden önce sevmek, acıyı göze almaktır. Ben tüm bunları kabullenerek sevdim hayatı. Zoru görünce kaçmadım. Sizin için direndim, savaştım. Sonrada payıma düşen acıyı çektim.. Ben özgürlüğe borçlu değilim. Bedelini çok ağır ödedim. Ben özgürlüğe küskünde değilim. O görevini yaptı. Bizi karşılaştırdı ve sonrada dedi ki; Özgür bir yaşam herkese nasip olmaz. Mademki baş koydunuz bu işe, öyleyse gösterin yürekliliğinizi… Ben dimdik yürüdüm özgürlüğe, kaçanlardan olmadım.  Anladım ki, özgürlük kimsenin tekelinde değil! İnsanların yüzünün gülmesi için gözleri görmem gerekmiyor. Ben siz yokken gülebiliriyim bilmem artık.

Ah, bir bilsen çocuk! Ne çok gözyaşı döktüm ben sizin uğruna, hem de sizin görmezken. Hâlbuki gözyaşları, yüreklerde saklanan incilermiş. Akıtmamak gerekirmiş boş yere. Çünkü çocuk, bir gün gelip de kendinden daha önemli şeyler olduğunu anlarsan hayatta, başını kaldırıp bakarsan çevrene göreceksin.. O inciler yürekleri dağlayarak çıkıyorlar dışarı. İşte bunun için boşa akıtmamak lazım gözyaşlarını; boşa geçirmemek lazım zamanı.

Bana bunları öğrettiğin için, beni acı çekerek olgunlaştırdığın, en önemlisi de kutsallığın ne olduğunu anlamamı sağladığınız için sağ olun!