Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Türkiye'nin en mutsuz illerini açıkladı. 81il içerisinde Diyarbakır yine birinci sırada yer aldı.
Peki Diyarbakır halkı neden mutsuz?
İşsizliğin had safhada olduğu, ekonomik sıkıntıların, hayallerin önüne geçtiği bu kentte kim nasıl mutlu olsun?
Mutlu olmak için umut gerekir, umutların defalarca yıkıldığı bu kentte umuda olan inanç nasıl yeşersin?
Gençlerin gelecek ve meslek kaygısı, yaşlıların hayata tutunma çabası ve kentte daima hâkim olan siyasi hava.
Türkiye’nin en genç nüfusuna sahip kentlerden biri olsa da gençlerin çoğu iş bulamadığı için, mevsimlik işçi olarak başka kentlere göç ediyor.
Bir yandan da sokaklarda gençler, hatta çocuklar uyuşturucu batağında bilinçli bir şekilde zehirleniyor.
Bazı semtlerde çocukların oynayacağı bir oyun parkı veya oyun alanı bile yok. Çocuklar mahalle aralarında, bazen de tehlike arz eden caddelerde oynamak zorunda kalıyor.
Yaşlıların çoğu emekli değil, çünkü yıllarca haklarından bihaber sigortasız çalıştırılmış.
Bu saydıklarım mutsuz olmak için yeterli görünse de bence Diyarbakır’ın mutsuzluğu sadece ekonomiyle ilgili değil. Bu mutsuzluğu Diyarbakır’ın sosyoekonomik yapısı ve yaşam standartlarıyla bağdaştırsak da bunun birde manevi yanı var.
Diyarbakır yıllarca siyasi olaylarla anılmış, insanları ayrıştırılmış, yaralanmış bir kenttir.
Ötekileştirilen kimlikler, var olma mücadelesiyle geçen ömürler…
Coğrafya kaderdir biraz da, kentin manevi havası orada yaşayanların karakterine işler.
Diyarbakır da böyle bir kent işte.
Tarihte birçok acı olaya tanıklık etmiş ve bu tanıklıklar ruhunun en derinine işlemiştir.
Geçmişi, hafızasına kazınmıştır.
Acılarla yoğrulmuş, çoğu zaman yorulmuştur. Ama surları gibi dimdik durur.
İradesi güçlüdür, mertliğiyle de örnek olur Diyarbakır insanı.
Bu kentin bahtı Dicle’nin sularına benzer. Bazen durulur gibi gözükse de dalgalı ve derindir.
Mutlu olmak için sebep arasa da bulması zordur. Çünkü sevinçleri bir şekilde kursağında bırakılır.
Yaşanan olaylara tepkisiz kalamaz, duyarlıdır. “Boş ver” demeyi de görmezden gelmeyi de bilmez.
Mazlum ve mağdura hep destek olur. Bu yüzden de çok yıpranır.
Annemin söylediği Kürtçe bir söz var; “Ez heta nîvro xema derdên xwe dikim, piştî nîvro jî xema derdên kesên din diêşim*”
“Öğlene kadar kendi derdime yanarım, öğleden sonra başkalarının derdine yanarım.*”
Belki de Diyarbakır’ın mutsuzluğu bundandır; kendi derdi yetmezmiş gibi başkalarının derdiyle de kederlenmek.