Siyaseten muktedir öznelerin kullandığı yapısal enstrümanlar iktidari temsiliyetin zorunlu aygıtlarıdır. Güç araçlarının yapısal ve kurumsal doğası onları kullanan muktedirin mekanik, salt sistemsel, duygudan ayrışmış yerleşik yasal akıldan ibaretmiş gibi algılanışına sebeptir. Lakin bu devasa bürokratik ve politik birimleri faal kılan karar süreçlerini belirleyen esas faktör kolektif duygudur. Türk sosyolojisinin otoriteye bağımlılığı ve milliyetçi reflekslere merkezi rol veren yapısını irdelerken karşılaştığımız durum ütopik ve üstüncü proseslerdir. Muhalefetin güçsüzlük konumu ise onu teslimiyetçi duygulara sürüklerve beraberinde rencide edilmiş onur ve öfke gibi noktalarda pozisyon almaya iter. Her halükarda siyaset arenasında kendini rasyonel akıl yürütme biçiminde ortaya koyan şey bu gösterilmesi tercih edilmeyen duygu ikilemleridir.
Rasyonel akıl yürütme ve duygu ikilemi siyaset bilimi tarihinde uzun yıllar tartışılmıştır. Rasyonel akıl yürütme siyaset biliminin lehine bir konum almış olsa da nörobilimdeki son gelişmeler beynin nasıl çalıştığı, beden ve zihnin nasıl etkileştiği hakkında yeni bulgular sunmuştur. Bu bulgular Siyaset Bilimi açısından önemli ve şaşırtıcı sonuçlar doğurmaktadır.
McDernott’a göre duygu, politik seçim ve eylemi açıklamak ve tahmin etmek için alternatif bir temel sağlayabilir. McDernott, karar verme sürecini duygusal rasyonalite kavramına dayandırmıştır ve bu analizlerinden önce genetik ve siyasi eğilimleri üzerine uzun yıllar çalışmalar yapmıştır.
Geçmişte sosyal bilimcileri epey şaşırtan Arap baharını incelediğimizde oradaki isyanları belirleyen faktörlerin başında duyguların geldiğini söylemek yanlış olmaz. Zira güvenlik, korku, hüzün, utanç gibi birtakım duygular rasyonel aklın ötesinde bir fiil meydana getirmiştir Arap ülkelerinde. Kişinin kimlik duygusu, kişilik duygusu, öfke, sevinç, onur duyguları onun siyasal direniş olasılığını arttırır.
Yakın tarihte Türkiye’de gerçekleşen birçok bölgesel çatışmada sosyolog Nazan Üstündağ’ın söylemiyle; onurlu, haysiyetli, birbirini düşünen, birbiriyle ilişkilerini bilen özneler olarak kalabilmenin mücadelesi verilmiştir. Zira asıl yok edilmek istenen öznelliktir. İnsan onurunun, söyleminin, öznelliğinin yok edildiği, edilmek istendiği noktada, asıl gaye o öznenin birdaha asla var olmamasıdır. Kendini yeniden üretememesidir.