Geçenlerde Hasuni Mağaraları’na gittim! Hava birazcık serindi. Mağaralara tırmanmak için, o dar patikadan tırmanıp gizli yerimize gittim. Mağaraların zirvesine oturup, beraber Batman’a kadar uzanan ovayı seyrettiğimiz kaya parçası yerli yerinde duruyordu, ama sanki biraz daha yosun kaplamıştı üzerini. O mis kokan çiçekleri de yerli yerindeydiler... Yaşadığımız o güzel günlerde olduğu gibi; yine yaşanacak güzel anların sırdaşı olmak için bekliyorlardı sessizce... Mezopotamya’da hiç değişmemişti. Senin de dediğin gibi; hiç bıkmadan şarkısını mırıldanmaya devam ediyordu yine... Ve yüzüme vuran dağ esintisi, sesi hala çok güzeldi... Birlikte uzandığımız yere yattım sırt üstü. Gözlerimi kapattım...
Ansızın geliverdi yüzün. Yine o tatlı gülüşünle, sıcaklığınla yanı başımdaydın sanki... Ellerini tuttum, sarıldım sana. Her zaman yaptığın gibi, başını omzuma yasladın; uzaktan geçen araçları seyrettik birlikte...
Orada öylece, gözlerim kapalı ne kadar kaldım hatırlamıyorum. Dalıp gitmiş miydim, düş mü görüyordum, yoksa uyanık mıydım? Bilmiyorum. Birden sanki birisi koluma dokunur gibi oldu. Sonra senin o ılık nefesini ve saçlarını yüzümde hissettim sanki bir an... İrkilip, doğruldum uzandığım yerden... Kimse yoktu. Gözlerimdeki yaşları elimin tersiyle silerken, seslendim sana; Burada mısın? Hafif bir esinti oldu, birkaç yaprak kıpırdadı, cevap veren olmadı... Ama oradaydın değil mi güzelim? O sendin! Biliyorum... Son buluşmamızda söylediklerini hatırladım yine... ‘Şu uzaklardaki şerit halindeki araçlara bak! Bir yerden gelip, bir yere gidiyorlar sessizce... Kim bilir ne acılar, ayrılıklar taşıyorlardır. Bir gün ben de böyle bir araca biner, sessizce çekip gidersem ne yaparsın?’… Elimi dudaklarına götürüp nasıl da susturmuştum seni... Unutamadım seni be güzelim... Hele o bir dağ esintisi gibi insanın içini ürperten güzel gülüşünü hiç unutamadım. Çok yıllar geçti sen gideli.
Ama sensizliğin sızısı hiç gitmedi yüreğimden... Dönüş yolunda yine kasabaya uğradım, doğruca sana geldim; mezarına o sevdiğin güllerden bırakmak için... Bu kez saklanmadım. Ağaca tırmanan adam gördü beni... Mezarlık bekçisi de gördü. Önünden geçip giderken, seslendi arkamdan; Yıllardır o gülleri sen mi getiriyordun Ağabey!... Cevap vermedim.
Arabama binip uzaklaşırken aklıma bir yerlerde okuduğum bir İskandinav Atasözü geldi; "Çok sevdiğin birini kaybettiğin gün, yüreğinde 40 mum yanmaya başlar, her gün bir tanesi söner, ama sonuncusu hiç sönmez, içimizde hep yanmaya devam eder..." Evet bayım, yüreğimdeki son mum yandıkça evet! Diye bağırdım arabanın açık penceresinden dışarıya.
Sonra mırıldandım kendi kendime; Yüreğimdeki mumların hiçbirisi sönmedi ki daha!... Çok sevdiğiniz birisine, Doya doya "SENİ SEVİYORUM" diyememek... Ne zordur bilir misiniz?... Arayın sevdiğinizi hemen şimdi!... "SENİ SEVİYORUM!" diye haykırın hiç bıkmadan... Ben seni işte böyle seviyorum, Gülüm…