Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili Okurlarım.

Bu pazartesi, biraz olsun siyasetten ve siyasetçiden uzak kalayım istedim. Haftanın ilk gününe daha dün başımdan geçen bir olayı anlatarak gireyim diye düşündüm. Dilerim sizleri sıkmam. Hatta dert ortağım olmanızı isterim.

Bir dost meclisine davetliydim. Hazırlandım. Giyindim. Çok uzak değildi, zaman da uygundu. Dolmuşla gideyim dedim. Bu aralar aşırı ekonomi yapıyorum. Yani tutumlu davranıyorum. Taksi pahalı olur diye dolmuşa binecektim. Orada bağış gerekirse taksiye vereceğim parayı da ekler öyle bağış yaparım diye düşündüm. Bence doğru düşünüyordum. Öyle de yaptım.

 Dolmuşa bindim. Dolmuşa bindim dediysem gaza falan gelmedim; gerçekten toplu ulaşım aracı olan minibüse bindim.

Bayağı keyifliydim.

Güncel konular tartışılacak. Ben de kendimi bayağı hazırlamıştım. İnsan diyecektim. Saygıdan ve de saymaktan söz edecektim.

Her neyse, Bağlar – Kanarya dolmuşuna bindim. Bozuk param elimdeydi. Şoföre uzattım. Tepeüstü meydanda ineceğim dedim. Şoför tamam abi dedi. Bir süre sonra “Tepeüstü meydanda inecekler,” diye bir gür ses işittim. Araba durmuştu. Geldiğimi anladım ve indim.

Genelde yaparım. Elimi arka cebime attım. Para cüzdanımın yerinde yeller esiyordu. Tabi iş işten geçmişti. Yapacak bir şey yoktu.

Her neyse, herkesin yaptığı gibi, bankaya telefon, vesaire…

Sonunda beş parasız, moralsiz, çarpılmış, kandırılmış bir insan olarak toplantıya katıldım.

Çok üzgündüm. Olayı dostlara anlattım. Geçmiş olsun diyen, üzüntülerini belirten, hepsi bir yana '' Bak abi ne mutlu sana ki bir cüzdanın vardı ki çaldırmışsın. Benim hiç cüzdanım olmadı.''   demesin mi!  Güler misin,  ağlar mısın?

Bu neye benzedi biliyor musunuz dostlar.  Bir yerlerde okumuştum, ''Ayakkabım yok diye üzülüyordum. Çarşıda gezerken ayaksız birini gördüm.'' diye yazıyordu, dedim. Güzel bir söz diyen mi, bu söz kimin diye soran mı?... hangisini yazsam bilemiyorum. Daha bir yığın mantıklı, felsefi, kimine göre anlamlı, kimine göre gereksiz bir yığın sorular. Bütün bunlar bir yana… Orada bir yığın felsefe yapıldı. Gerçekten çok anlamlı, ele avuca gelir düşünceler ortaya atıldı. Yararlandığım ayrıca  gereksiz dediğim görüşler sunuldu. Bu gayet doğaldı.

Benim felsefem de şuydu:

           Amazon akacak,  sen durduramazsın;  o akışa, teknoloji vız gelir.

           Güneş doğacak, ışıktan kaçmayacaksın; güneş batacak karanlığı yok saymayacaksın. Unutma sen insansın. İnsanı sayacaksın.

             Bir duble rakı, bir dilim beyaz peynir, hele varsa bir dilim kavun. Günahtır, sevaptır, bunun tartışmasını yapmayacaksın. Vuracaksın rakının dibine. Ama fazla da kaçırmayacaksın.

            Dostum,  O insanların da bu işten çoluk çocuk geçindirdiğini unutmayacaksın. Hesabını da tam ödemeye bakacaksın. Tabi cüzdanını  çaldırmamışsan ben misali.,,

&

Bir söz de benden

Sayın Valim,

Barışın şehri Diyarbekir’in

tarihi köşklerine bir el atın.

Sahip çıkın.

                                                   &

 

            Kirveme öğütler

          Ali Şeriati, "Haram lokma yerken besmele çeken insanlardan tiksindim."

          Ben de aynı şeyleri düşünüyorum, Kirvem.

 

                                                       &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;        

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Sur içi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski adlarından biri, SUR İÇİNE VERİLSİN.

Eski stadyumun yeri ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerinin aynısı/tıpkısı bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, tanıtalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.

 

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.  

Dostça kalın.