Sosyal medyada linç kültüründen sonra ‘vur-kaç’ tekniği ortaya çıktı. Hedef gösterilirseniz bir sabah anısızın evinizden veya işyerinizden gözaltına alınabilir, hatta tutuklanabilirsiniz.
Örneği mi?
Dün sabah gün ağarmadan, sabahın 05.00’inde işyerinden karakola götürülen Ramazan Şimşek.
O bir esnaf. Diyarbakır’da açtığı işletmede kimseyi ötekileştirmeden kendi anadilinde hizmet verme kararı almış. O kararını da 15 Mayıs Kürt Dili Bayramı’nda uygulamaya koymuş.
Sonrası malum!
Baskın ve gözaltı.
Peki hangi gerekçeyle?
Bu ülkenin tanıdığı, benimsediğini söylediği, seçim çalışmaları yapılırken bütün partilerin ikinci bir dil olarak kullandıkları, çağrı yaptıkları Kürtçe dilinde hizmet verdiği için.
Yıllar önce İstanbul’da sadece İngilizce konuşulan bir kafe açılmıştı. Tepkiler oldukça olumlu, kimse rahatsız olmuyor. Türkiye’nin neredeyse her ilinde yaşayan mülteciler dükkanlarına kendi dilinde, kendi alfabelerinde tabelalar asıyor. Kendi dillerini konuşuyor, yine sorun yok. Ama söz konusu Kürtçe olunca illa bir gözaltı haberi ile karşılaşıyoruz.
Nedir bu dile olan tahammülsüzlük?
Var olan bir kimliğe, bir dile, bir ırka saygı duymak, benimsemek suç unsuru olmamalı.
Bu ülkede yaşayan 25 milyon Kürt var.
Konuştukları bir dil var ve bu yok sayılamaz!
Osmanlı İmparatorluğu’nda bile Kürtçe yasaklı bir dil değildi.
II. Meşrutiyet’ten sonra Kürtçe yayınlar bile vardı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra yasaklanmaya, yok sayılmaya başlandı.
1980 Askeri Darbesi’nden sonra konuşulması resmen yasaklandı. Hatta suç sayılarak Kürtçe konuşan, Kürtçe müzik dinleyen, hatta Apê Musa’nın dediği gibi “Kürtçe ıslık çalanlar” bile cezalandırıldı.
“Kürtçe artık yasak bir dil değil ama” dediğinizi duyar gibiyim. Evet yasak değil, ama bu talebi dile getirince veya getirdikten sonra gözaltı veya dava açılınca şaşırmıyor da değiliz.
Var olan bir milletin ana dilini yok saymak, anayasal güvenceye almamak, ülkenin bütünlüğünü bozacağını düşünmek akıl kârı değil.